Büyük üstat Maimonides şöyle yazmış: “Fiziksel hastalıkları olan insanlar, acı şeyleri tatlı, tatlı şeyleri ise acı olarak algılar. Benzer şekilde, rahatsızlıklarının derecesine göre, pislik ve kül gibi olmayacak nesneler aşeren, ekmek ve et gibi güzel yiyeceklerden tiksinen hastalar vardır. Aynı durum ruhani hastalıklardan mustarip kişiler için de geçerlidir. Hayatta iyi yoldan gidemeyecek kadar atalet içinde olup, kötü nitelikleri sever ve bunlara hayranlık duyarlar. Peygamber Yeşaya bu kişiler için şöyle der: ‘Kötü için iyi, iyi için kötü diyen; karanlığı aydınlık, aydınlığı karanlık gibi gören kişilere vah olsun’ (5:20). Söz konusu kişiler, ayrıca şöyle betimlenir: ‘Karanlığın yolundan gitmek için doğru yoldan ayrılanlar” (Özdeyişler 2:13).
“Ruhani hastalıkları olanlar nasıl tedavi edilir? Ruha şifa veren bilgelere gitmeleri gerekir. Onlar bu hastalıkları ‘deot’ (bilgelik / güzel nitelikler) ile iyileştirecek, onları doğru yola geri getireceklerdir.”
Hekim olan ve Mısır Sultanı Selahaddin’in kişisel doktorluğunu yapan Maimonides, burada dinî açıdan ciddi eksiklikleri ya da dengesizlikleri olanları ele almakta ve onları fiziksel olarak hasta olanlara eşdeğer tutmaktadır. Örneğin tedavi görüp de serum tüplerini, oksijen maskelerini koparırcasına çekip çıkarmaya çalışanlar yok mudur? Ruhani rahatsızlıkları olanlar da öyledir. Kafaları o kadar karışıktır ki, iyi nitelikleri zafiyet olarak görürler. Onlara göre dindarlık (Tora’nın yolundan gitmek), atılması gereken fuzuli bir yük, ya da en iyi ihtimalle, sırf Gelecek Dünya’dan pay alabilmek için katlanılacak bir fedakârlıktır. Başkalarına yardım etmektense onları sömürmek, kalıcı bir ilişki kurmaktansa sevip kullanıp bırakmak daha iyidir. Çoğunun felsefesi şudur: Dünyaya bir kere geliyoruz, yapabileceğimiz ne varsa yapalım. Ne kadar yanlış, değil mi sevgili okurlar? Biz bu dünyanın bir sınav yeri olduğunu, gerçek olanın Gelecek Dünya olduğunu biliyoruz çok şükür. Hayatımıza anlam katmaya, iyi insan olmaya çalışıyoruz.
Etrafımızda hayatları anlamdan yoksun, maddiyata ve gösterişe dayanan bir sürü insan var. Bunlar, ruhani açıdan hasta kişilerdir ve durumları, fiziksel olarak rahatsız olanlar kadar tehlikelidir. Dürüst olmayı enayilik sayan kişilerle karşılaşmadınız mı hiç? Fazla para üstü veren kasiyeri uyaracak yerde, parayı sevinçle cebine atanları sıkça görmüşüzdür. Oysa bu bir memnuniyet verici bir duygu ise, dürüstlük çok daha büyük bir tatmindir. Hayatın anlamının farkında olanlar için tabi. Hiçbir durumu kısa vadeli olarak değerlendirmemek gerekir. Yaşantımız, uzunluğu Aşem tarafından belirlenen bir yoldur, inişleri çıkışları, acı ve tatlı günleri vardır ancak her anı mercek altındadır. Daha yeni yargılandık. Temiz bir sayfa açmışken, hemen mi kirletmeye koyulacağız?
Mutluluk; kocaman yatlar, yayla gibi katlar, lüks arabalar, egzotik geziler, şık marka giysiler değildir. Kimsenin hakkını yemeden bunlara sahip olanları kınamıyorum. Varlıkları, onlara analarının ak sütü gibi helal olsun. Yeter ki doymasını, şükretmesini ve paylaşmasını bilsinler. Nasıl paylaşmak mı? Yeterince tsedaka vererek; yani yüz kazanınca, bunun onunu, ihtiyacı olanlara canı gönülden aktararak. Ancak hayatına yön verirken hep başkalarının malına mülküne gıpta edenlere, hırslananlara, yakınlarını yoldan çıkarmaya çalışıp bu uğurda Tora’yı ihlal edenlere ve ettirenlere saygım yok.
Mutluluk sağlık ve huzurdur. Kişinin, başını yastığa koyduğunda, gönlü ve vicdanı rahat uyumasıdır. Hiçbir karşılık beklemeden arayıp soranı olmasıdır. Gözleri dolduğunda, yanağını dayayacağı bir omuz bulmasıdır. Şakıyan bir kuş, uçan bir kelebektir. Bir kayaya vurup damlalara bölünen dalgalar, mis gibi deniz kokusudur. Yere sağlam basmak, kendi ayaklarının üstünde durmaktır. Mutluluk, maddi manevi paylaşmak ve vermektir. İnsanın, aldığı nefese, yediği lokmaya, elini tutan ele, barındığı çatıya, sırtını örten giysiye şükretmesidir. Ruhen sağlıklı olmak, budur sevgili okurlar.
Hep mutlu olun inşallah.