Ulus devletlerin yaygınlaşmaya başladığı süreçte etnisite ile iç içe giren ulus kavramı, milliyetçilik ideolojisinin de beraberinde getirdiği bir yapı arz eder. Kelime anlamına bakıldığında da ‘ulus’u karşılayan sözcük, zaman içerisinde millet kavramının içinde yer alan ve ‘azınlık’ olarak belirlenen etnik gruplar/etnisite kavramı ile özdeşleştirilmiş hale gelir. Dolayısıyla bugün, kendisini diğer gruplardan farklı olarak algılayan, ayrı bir kimliğe aidiyet taşıyan, ayrı bir kültürel yapı barındıran grup olarak tanımlayabileceğimiz etnik gruplar, biz/öteki ayrımı içerisinde çoğu kez sıkışmış durumdadır. Etnisite kavramı özet olarak II. Dünya Savaşı ve peşi sıra Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla daha da ön plana çıkmıştır. Ulus-devlete önce eklemlenen, diğer bir deyişle asimile olan etnik kimliklerin dışında kalan kesim ise her zaman biz olgusunun dışına itilen, ötekileştirilen ve onların ait olduğu var sayılan ülkelerle bir kriz yaşandığında dikkatleri üzerine ilk çeken kesimler olarak vardır.
Antisemitizm olarak dar kalıplara sığdırmak istemem, ancak devletlerin/grupların varlığıyla bireylerinkinin özdeşleştirilmesi ne ilk, ne de son. Dünya tarihine bakıldığında da var olan bir karışıklık yüzünden biz/öteki üzerinden ilerleyen galeyana gelmelerin, kışkırtmaların, katliamların kurbanı hep öteki ile özdeşleştirilen gruplar ya da bireyler olmuştur. Gerek imparatorluklarda, gerekse ulus devletlerde en ufak bir başkaldırmada veya dış politikayla ilgili karışıklıklarda ilk olarak din kurumları, din adamları ve peşi sıra o grup içinde yer alan halk nasiplenir. Üstelik galeyana gelen halk için sürüye uyup yaşanan akıl tutulmaları öylesine sıçrayarak ilerleyen bir hastalık olarak yayılır ki, daha dün birbirine sarılan bireylerden birinin eline can dostunun kanı bulaşır.
Yalnızca Türkiye’de değil, diğer ülkelerde de üst kimlikle biçimlenen ve dış düşmanlarla özdeşleşen öteki kavramıyla bugün ‘azınlık’ olarak anılan belirli gruplar, diğer devletlerin politikalarıyla bir tutulmaktadır. 15 Kasım 2003’te olan katliamlar hâlâ unutulmuş değil ve daha kötüsü, bunu haklı bulan, içten içe sevinenlerin sayısı azımsanmayacak ölçüde. Türkiye geneline bakıldığında ne yazık ki Yahudiler, bu topraklarda yaşayan ötekilerden olarak görülmekte. Gün geçtikçe İsrail’in devlet politikalarıyla özdeşleştirilen Musevi vatandaşlar hala İsrail-Filistin gerginliği ve Gazze olayları nedeniyle suçlanıyor. Ülkelerin/grupların siyasetini eleştirmek, Yahudi karşıtlığı olarak vücut buluyor.
Bugün ülkemizdeki çoğunluk Yahudilerin dünyayı yönettiğini, Hitler katliamının ardından dünya için çizilen bütün projelerin altında kirli oyunlarının olduğunu düşünüyor. Daha da kötüsü düşünemiyor, sorgulamadan buna inanıyor. Dünyayı sırtlayan bir kaplumbağa var ve o kaplumbağa 27.817 km²’lik yüzölçümüyle her kıpırdandığında dünya birbirine giriyor. Dünya dinamiklerine ve bilimsel olarak her şeyi açıklayan kaplumbağaya bu açıdan bakıldığında gurur verici tabii (!)
İşin esprisi bir yanda dursun, günlük dilde nefret söylemiyle pekiştirilen ve onun üzerinden kazanma/haklı çıkma senaryoları oluşturulan bu etnik ayrışmaya dayanan siyaset tavrı kısa vadede bazı çıkarları karşılıyor gibi görünse de uzun vadede bir arada barış içinde yaşaması gereken halkların birlikteliğine ve dünya barışına bir katkı sunmayacaktır.