Futbolu sevmek, yeni bir ilişkiye başlamak gibi bir şey aslında. Hatta ilk görüşte aşk. Herhangi bir yerde karşına çıkıyor ve o andan itibaren gözlerini alamıyorsun. Her an takip etmek, haberdar olmak istiyorsun. Tuttuğun takım yeniliyor sinirleniyorsun, bazen kendini tutamayıp ağlıyorsun, maç günleri heyecanlanıyorsun, harika galibiyetlerden sonra hiç olmadığın kadar mutlu hissediyorsun.
Kimse dünyaya futbolun bütün kurallarını bilerek gelmiyor. İzledikçe, oynadıkça, yaşadıkça öğreniyor insan. O golün ofsayt olduğunu kuralı bilmeden nasıl anlayacağız ki? Tıpkı ilk başlarda sevdiğimiz kişinin hangi durumlara büyük reaksiyonlar göstereceğini bilmediğimiz gibi. Her şey zamanla yerine oturuyor aslında. Bir anda bir bakıyorsun, kadro dışı kalanlar dahil bütün takımın (sadece kendi tuttuğun değil, çevrendeki bir sürü takımın) oyuncularını ezbere sayıyorsun, sonra numaralarını, sonra mevkilerini. Aynı hesap aslında. Önce karşındaki insanı tanıyorsun. Neler sever, neler yapar, nerelere gider… Ne yapsam mutlu olur diye de düşünmeye başlıyorsun sonra.
Tanıma evresini bitirdin mi, harekete geçiyorsun artık. İlk ele ele tutuşma, ilk öpüşme… Kalbin deliler gibi atması, ilk heyecanlar. İlk kez stada gitmeye benziyor bu duygular. Binlerce kafa dengin, aynı şey uğruna orada bulunduğun, bağırdığın insanın yanındasın. Gol olursa tanımadığın birine sarılıp aldırış bile etmezsin. O kadar heyecanlısın, o kadar çok seviyorsun takımını, futbolu.
İlişki ilerliyor, bazı şeyler düzene giriyor. Telefon konuşmaları, buluşmalar, haftanın çoğu günü beraber olmak için zaman yaratmaya çalışmalar. Futbolda da, salı, çarşamba, perşembe günlerinden birinde Avrupa maçı olacağını, hafta sonu lig maçı olacağını ve bunların tahmini saatlerini biliyor oluyorsun artık. Tek bakışta ofsaytı anlayabiliyor, hatta o pozisyonun neden penaltı olmadığını adeta bir yorumcu gibi açıklayabilecek kıvama geliyorsun. En güzel dönemler bu aslında, her şey yerli yerinde gibi hissettiren. Kavgalarla, yenilgilerle üzebilen ama yine de en küçük anda koşabileceğin bir yerin olduğunu hatırlatan…
Her ilişkinin başına gelmez belki ama ‘ara verme’ durumu çok yorucu, çok yıpratıcıdır. Her şey bitmedi biliyorsun, kurtarabilirsin evet, ama aynı zamanda da birbirinizden çok uzaklaşmışsınız. Yenilgi serisi, bir kavga, bir haber bazen kısa süreliğine de olsa futboldan uzaklaşmamızı sağlayabiliyor. “Ben artık istemiyorum, boşuna sinirleniyorum” durumuna getirebiliyor insanı. İnsanın alışkanlıklarından kopmasına neden oluyor anlık bir sinir, üzüntü. Ama kişinin kendisi de biliyor ki, açsa Lig TV’yi, belki eskisinden de beter olacak, hiçbir şey değişmemiş gibi devam edecek. Gitse konuşsa sevdiğiyle, “Yapamıyorum, olmuyor” dese, belki her şey daha da mükemmel olacak. Bazen böyle dönemler, bir şeyin bizdeki değerini anlamamız için çok önemli oluyor, kaybedince neler olacağını görüp, elimizdekilerin kıymetini bilmemizi sağlıyor.
Şimdi sokaktan geçen birine sorsak; “Futbol aşk mıdır?” desek, çoğu kişiden “Futbol aşkların en güzelidir” cevabını alırız muhtemelen. Futbolu sevmek, bir insana bağlanmak, kalbimizin hızlı çarpışından, heyecandan konuşamamak… Bunlar çok benzer şeyler. Bir insana, bir takıma, bir oyuna aşkla bağlı olmak ne güzel şey aslında. Belki beklediğimizden daha çok yıpratır, üzer ama mutlu da eder, hem de çok. Siz de bağlanın birine aşkla, korkmayın, risk alın. Gönül verdiğiniz, maçını dört gözle beklediğiniz bir takımınız ve bu maçları izlerken yanınızda elini tutabildiğiniz biri olsun. Her şey öyle çok daha güzel.