4 Kasım 2015, İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’in dinci-milliyetçi bir militan tarafından katledilmesinin 20. yılıydı.
ABD emekli dışişleri mensuplarının makaleleri
Bu vesileyle 3 Kasım 2015 tarihinde Amerikan basınının saygın dergilerinden FP Foreign Policy’de Rabin, Arafat ve Clinton arasında yürütülen barış sürecinin koordinatörü Büyükelçi Dennis Ross’un Haziran 1993’ten itibaren yardımcılığını yapmış olan Aaron David Miller imzalı ‘What Would Have Happened if Yitzhak Rabin Had Lived?’ başlıklı bir makale yayınlandı.
Foreign Policy’de yayınlanan yazının hemen akabinde, 4 Kasım günü bu sefer Los Angeles Times gazetesinde Miller’ın o günlerdeki patronu Emekli Büyükelçi Dennis Ross tarafından aynı başlığı taşıyan ilave bir makale yayınlandı.
www.latimes.com/opinion/op-ed/la-oe-1104-ross-rabin-assassination-20151104-story.html
Miller’ın makalesinin spekülatif ve duygusal olmasına karşın Ross’unki daha ziyade bir durum değerlendirmesi mahiyetindeydi.
Rabin’in ölümünden 30 gün önce İsrail Parlamentosunda yaptığı konuşma
Aslında, Foreign Policy yazarı Miller’ın spekülasyon yapmak için fazla yorulmasına gerek yoktu. Miller’ın Rabin’in söz konusu barış sürecine, ne biçim sınırlar ve nasıl bir Filistin devleti tasavvur ettiğini öğrenmek için ölümünden 30 gün önce, 5 Ekim 1995 günü İsrail parlamentosu Knesset’te yaptığı konuşmanın metnine rücu etmesi yeterli olurdu.
Rabin’in o gün yaptığı konuşmadan bazı pasajlar şöyle:
...Burada, İsrail Topraklarına dönmüş ve bir ulus inşa etmiş bulunuyoruz. Burada, israil Topraklarında bir devlet kurduk.
Dünyaya ahlakî değerler, yasa ve adaleti miras bırakan bu peygamberler toprağı iki bin yıl aradan sonra nihayet yasal sahiplerine, Yahudi halkının fertlerine iade edilmiş bulunuyor (restored to its lawful owners). Bu halk kendi toprağında olağanüstü millî bir yurt ve devlet kurmuş bulunuyor.
Burada altı çizilmesi gereken husus ‘Toprağın yasal sahiplerine iadesi’ yani bir haksızlığın düzeltilmiş olduğudur. Araplar bu keyfiyeti içselleştirmedikleri sürece barışın tesisi mümkün görünmüyor.
...Bizler nihaî bir çözümü İsrail Devleti’nin İngiliz Mandası topraklarının çoğunu kapsar ve Gazze ile Batı Yakası’nda yaşayan Filistinli sakinlerin yurdu olacak bir Filistin tüzel varlığıyla yan yana bir çerçevede tasavvur ediyoruz. Bu tüzel varlığın Filistinlilerin kendi hayatlarını bağımsız bir şekilde sürdürebilecekleri, ‘Devlet altı’ (metinde ‘Less than a State’) bir yönetim olmasını öngörüyoruz.
Nitekim İsrail’in muhatap aldığı tüzel varlık yakın zamanda devletliğini ilan etmiş olan ‘FÖY- Filistin Özerk Yönetimi’dir (Palestinian Authority). Devletin tarifi, “Belirli bir toprak parçası üzerinde güç kullanımının tekelini elinde bulunduran egemen siyasî bir yapı” şeklindedir. Diğer bir deyişle, herhangi siyasî bir yapının kendi egemenliğinde olmayan topraklar üzerinde devlet ilan etmesinin ne bir kıymet-i harbiyesi ne de hukukî bir temeli yoktur.
...Nihaî bir çözümde İsrail Devleti’nin sınırları Altı Gün Savaşı’nda mevcut olanların ötesinde olacaktır. 4 haziran 1967 hatlarına dönmemiz söz konusu değildir.
...İsrail’in güvenlik sınırları deyimin en geniş kapsamıyla Ürdün Vadisinde olacaktır.
...A ve B bölgeleri (bkz. Oslo II Anlaşması) Batı Yakası’nın yüzde 30’dan azına tekabül ediyor (bu araziler bilahare kendi içlerinde genişletildi – A Bölgesi yani şehirler yüzde 100 FÖY’ün kontrolünde, B Bölgesi yani kasabalar ve köyler, iç işlerinde serbest dış güvenlik FÖY’le İsrail tarafından ortaklaşa sağlanıyor) Kontrolümüzde olan C bölgesi (Günümüzde sadece yüzde 3 Arap nüfus içeren kırsal bölge. Taraşar arasında 1998 yılındaki Wye River Memorandumuyla / Muhtırasıyla yüzde 72’den yüzde 61’e düşürüldü) Batı Yakası’nın yüzde 70’ten fazlasına tekabül ediyor. C bölgesinde Yahudi yerleşimleri, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin tesisleri ve Ürdün Devleti sınırı var. Bu bölge İsrail Savunma Kuvvetleri’nin kontrolünde kalacak. (Yani Rabin, Batı Yakası olarak tesmiye edilen Yahudiye ve Samiriye’nin – Judea and Samaria – yüzde 70’inin İsrail kontrolünde kalacağını söylüyor)
...Hatırlatmak isterim ki, (Filistinlilerle) vardığımız anlaşmada, Parlamento önünde taahhüt altına girdiğimiz veçhile, ara anlaşma çerçevesinde, tek bir yerleşim yerinden sökülmeyecek ve tabiî gelişmesi engellenmeyecektir.
...Mısır ve Ürdün ile olan dış sınırlara ilişkin güvenlik, bütün arazi üzerindeki hava sahasıyla Gazze’nin karasuları elimizde kalacaktır. (Yukarıda mezkûr ‘Devlet altı yönetim /Entity less than a state’ derken bunu kastediyor.)
Çöken Paradigma
Rabin’in ölümünden beri geçen 20 yıl zarfında, Şimon Peres’in barış rüyaları 2000’li yılların başında yaşanan El Aksa İntifadası teröründe binin üzerinde İsraillinin katledilmesiyle kâbusa dönüştü.
2005 yılında Ariel Şaron barışa bir şans vermek için Gazze şeridindeki bütün İsrail yerleşimlerini boşalttı (yani Gazze’nin yüzde 100’ünden çekildi) ve tarım tesislerini, seraları oldukları gibi Filistinlilere bıraktı. Buna rağmen, akabinde meydana gelen 2008–09 Dökme Kurşun /Operation Cast Lead, 2012 Bulut Sütunu/ Operation Pillar of Defense ve 2014 Koruyucu Hat/Operation Protective Edge müdahaleleri Hamas’ın İsrail köy ve şehirlerini yani sivillerle meskûn alanlarını top ve roket ateşine tutması yüzünden çıktı. Yani israil’in ‘barış karşılığı toprak’ paradigması çöktü!
Böylece mutasavver bir barışın olmazsa olmaz şartının ‘savunulabilir sınırlar’ (defensible borders) olduğu sınanmış oldu.
Rabin, yaptığı konuşmada gerçekçi tespitler yapmasına rağmen maalesef gelişen olaylarla yanlışlanan pembe hayaller de kurmuş.
‘Barış Güvercini’ Rabin aradan geçen 20 yıl zarfında meydana gelen olayları yaşasaydı acaba ne yapardı? Foreign Policy makale yazarının kendisine sorması gereken esas soru bu!
Gerçekçi bir barışın parametreleri
Mevcut durumda gerçekçi bir barışın parametreleri için http://jcpa.org/requirements-for-defensible-borders/
sitesindeki iki youTube videosunu izlemenizi öneririm.