İnancıma göre verilen Kitabı tek bir cümleyle açıklanması istense "Akranını da kendin gibi sev" dediklerini öğrenmiştim. Herkesi kendin gibi seversen dünya da gül ve gülistan olur derler. O zaman bu dünyanın dikenlerle dolu oluşu ve bahçenin çamurla dolmasının sebebi kimdir? Farklı inançlar mı? Değişik insanlar mı? Her biri özürden öte değildir. Her şey, benimle birlikte, benim dünyamda başlar. Bundan eminim...
Terör kelimesinin anlamına sözlükte baktım; yoğun ve güçlü korku diye geçiyor. Aynen de öyle. Beklenmedik bir anda, hazırlanmanın mümkün olmadığı bir yer veya zaman içinde aniden bir korkuyla yüz yüze gelmekten söz ediliyor. Terörizmin ne demek olduğu buradan gayet net anlaşılıyor. Kimine terör sadece televizyonda bir haberken, kimine de günlük hayatın bir parçası haline geliyor; aynı doğal afetler gibi insanın başına geldiğinde çaresiz hissettiriyor. Karşında eli silah veya bombalı birini gördüğünde ne yaparsın? O kişinin niyetinin ne olduğunu düşünürsün? Afallamaktan öte elinden ne gelir? Dua etmeye bile vakit kalır mı emin olamıyorum. Teröristin elinde olan güce hele bir bakın. Savunmasız insanlara karşı bu gücü kullanmak ve kimin adına olursa olsun bir insanı korkutmak, yaralamak veya öldürmek... Bu hangi akla hangi inanca sığar anlamakta zorlanıyorum. Bu egodan da öte bir olgu sanıyorum. Gücü güçsüze karşı dayatmak ve gerektiğinde o kişinin canını almak. Evet, bir başka insanı öldürüp onun hayatına son vermekten söz ediyorum. Kimin, neyin uğruna bütün bu üzücü olaylar cereyan ediyor?
Kontrol kelimesinin korkuyla ilintili olduğuna inanıyorum. İnsan ne kadar çok kontrol etmeye çalışırsa o kadar derinlerde korkusunun yattığına da denk gelebilir. Tabii bunun farkına varmak isterse. Senelerdir televizyon okumuyor, gazetelere bakmıyorum. Yine de haberler bana ulaşıyor. Beni ilgilendiren, benim bilmem gereken olaylar bir şekilde beni buluyor. Her biri üzücü mü? Evet. Her birine tepkim aynı mı? Kesinlikle evet. Fakat hepsinden aynı şekilde etkilenmemin mümkün olmadığını da fark ettim. Terör ve korku bana ne kadar yakınsa o kadar etkileniyorum. İşin gerçeği benim ne kadar yakın olmama, tehlikenin bana ne kadar zarar vereceği ve benim ölümden korkmamla alakalıdır.
Dün Amerika'daydım ve terörle ilgili korkuyu içimde taşıdığımı hep hissettim. Bu taşıdığım kimlik ve öğretilerden ötürüydü. Namaza gittiğimde her an bir saldırıya kurban gideceğim düşüncesi benim içimde bir yerlerde bekliyordu. Güçlü ve beklenmedik bir gök gürültüsü ardından sanki bomba patlamış gibi tepki veren benden başkası olmazdı. Arabasını defalarca çalıştırmaya uğraşan birinin her an havaya uçabileceği fikri sadece benim kafamdan geçerdi. Nereden mi biliyorum? Dile getirdiğimde, zihin kayıtlarım, etrafımdakilerden farklı olduğundan anlamakta zorlanırlardı. Anlamamak işlerine gelirdi. Zaten benden başka kimsenin de sorunu değildi. Fakat ben düşünmekteydim. Nasıl olur da yıllar öncesinden gelen bu derin kayıtları zihin ayırt edemiyordu? Neden ben halen korkuyordum? En beklenmedik anda karşıma çıktıkları içindi. Beş duyu, çoğu şeyi idrak etmeden önce tepkiyi veriyor. Alışılagelmiş olayları olağandışı bir halde gördüğümde olağandışı tepki de verebiliyorum. Yani Türkiye'de doğup büyümüş olmanın verdiği hayat tecrübeleriyle ben her an her şeyin olabileceğini ve bunların da muhtemelen terör olayları içerebileceğini öğrenmişim. Deneyimler bana bunu dayatarak öğretmiş. Bomba veya silah sesini duymayan birinin ne olduğunu anlaması zaman alırken bu seslere aşina olan kulaklarımın beni korkutması elbette normaldir. Benim yaşadığım kendi normlarımın içinde kalıyor.
Peki, Ortadoğu'da patlak veren bir terör olayı ile Avrupa veya Amerika'da yer alan bir başka terör olayında tepkiler neye göre değişiyor acaba? Bir insan diğerinden daha mı kıymetli? İnsanların değer etiketi mi var? Bir can diğerinden daha mı tatlı? Bizler hepimiz farklı Allah'ın kulları mıyız? Bilmiyorum. Bunu anlamakta zorlanıyorum. Ortadoğu'da gerginlik ve karmaşa dünyanın pek çok yerinden daha fazla olağanken, olayların cereyan edişi de ne yazık ki aynı ilgi veya tepkiyi almıyor. Yani benim Doğu'mda kalan olaylar batsın, Batı'mda kalan olaylarsa doğmasın hiç olmasın demek ne kadar adil? İşin bir başka gerçeği, olayların içinde şahsen tanıdıklarımız, akraba veya arkadaşlar yoksa alıştığımızdan ötürü farklı davranıyoruz. Yalan mı? Kabul edelim lütfen. Ucu bana dokunmuyorsa, olay ha olmuş ha olmamış diyecek kadar çabuk unutabiliyoruz. Terör olayına karşı uyuşmuş bir halde alıştığımızı kabullenemiyoruz. Elbette terör kimlik sormuyor fakat terörist kimliği sorgulanmalıdır. Aradıkları, istedikleri nedir? Belli bir hedef var mıdır? Bugün kaç ülkenin hangi alışveriş merkezinde metal detektörlerden geçiliyor? Nerede sürekli kimlik taşıma mecburiyeti var? Ne diye sürekli tetikte bir silahın tetiğini çekmesini bekliyoruz? Olan kural ve kanunlar herkes için geçerli değil mi? Yeterli mi? Herkes gücü ve kanunları kendi eline almaya kalkarsa sonumuz ne olur? Sen veya o bunu yaparsa benim yapmam da sadece zaman meselesidir. Kimi kimden koruyoruz? Belki de korumuyor kısıtlayıp eziyoruz. Hükmetmek arzusuyla yanıp tutuşuyoruz. Kabullenmesi zor olan da budur.
İnancıma göre verilen Kitabı tek bir cümleyle açıklanması istense "Akranını da kendin gibi sev" dediklerini öğrenmiştim. Herkesi kendin gibi seversen dünya da gül ve gülistan olur derler. O zaman bu dünyanın dikenlerle dolu oluşu ve bahçenin çamurla dolmasının sebebi kimdir? Farklı inançlar mı? Değişik insanlar mı? Her biri özürden öte değildir. Her şey, benimle birlikte, benim dünyamda başlar. Bundan eminim...
Terörün beklenmedik bir ülkede yer alışı sadece o ülkede yaşayanları gafil avlar. Teröre alışık insanların tepkisine bir bakın şaşırırsınız. Hemen önünüze kendi deneyimleri olan başka terör olaylarını sıralayıp kıyas yaparlar. Bir annenin acısı bir diğer anneninkinden sığ değildir. Bir insanın rengi diğerinden kıymetli değildir. Kimlik, devlet, millet, inanç sistemleri farklılıklarımızdır ve bunlar insanı insan yapan mozaik taşlarıdır. Herkesin aynı düşünüp davranması beklenemez elbet ancak başkasına saygı diğerini sevmek konuları bizi biz yapan olguların en başında gelmelidir.
Dünya bu kaos içindeyken bu düzensizliği yaratanların ne istediğine bakın ego ve güç kontrolünün egemen olduğunu göreceksiniz. Hangi ülke veya inanç sistemini çok takdir ediyorsunuz? Hangisi tam veya kusursuzdur? Her birinde düzelmesi gereken yanlar mutlaka bulunur. O zaman biz neyi değiştirmeye çalışıyoruz ki? Biz kimiz? Gerçekten insan olmayı unuttuk mu? Bir insan bir başka insana bunu nasıl yapar sorusuna cevap ararken kendime dönmeden edemiyorum. İnsanların doğal olmayan yollardan ölüp bu olaylara alışıp duyarsız kalmanın insan olmak özelliğinden çok uzak olduğunu düşünüyorum. Tek bir dünya, sınırları olmayan topraklarda yaşansa ne değişecek egoların boyundan öte? Hiç. Koca bir hiç işte.
Sevgi ve barış sözcüklerinden uzaktayken onları anlamak da zor gelir elbet. Ben kendimi sevmezsem başkasını nasıl sevebilirim? Benim içimde huzur yoksa ben bunu dışarıya nasıl aktarabilirim? Aynısı senin için de geçerlidir. O yüzden parmakla başkasını işaret etmek yerine aynaya bakmam lazım. Bütün olan bitenlerden sorumlu olan benim ve her birine ben vesile oldum diyebilmeliyim. Ya siz ne diyeceksiniz? Gelecek nesillere nasıl bir dünya bırakmayı düşünüyorsunuz? Oturduğunuz yerden eleştirmek ve hisleri dile getirmek yeterli midir? Söylediğimi yap yaptığımı yapma demek bugün ne kadar gerçekçidir hele bir düşünün...