Paris, 15 Kasım 2015 saat 23.30
Bu yılın 11 Ocak Pazar günü Paris’in République Meydanında milyonlar buluşmuştuk. Charlie Hebdo ve Hyper Cacher terör saldırılarında hayatını kaybedenler için elele, gönül gönüle protesto yürüyüşüne katılmıştık. Aradan daha 10 ay geçti, Paris’in kalbine yine ateş düştü. 13 Kasım Cuma akşamı, altı ayrı noktada gözü dönmüş, eli kanlı cihadistler kalaşnikoşarıyla insanları taradılar, rehin aldilar, üzerlerindeki bombaları patlattılar. Bu satırları yazdığım saatlerdeki resmi haberlere göre 129 kişiyi öldürdüler, 99’u ağır 352 kişiyi yaraladılar.
Olayın şokuyla insan önce ailesini, akrabalarını, arkadaşlarını, dostlarını, tanıdıklarını düşünüyor, onların sağlıkta ve güvende olduğunu öğrenmek istiyor. İyi haberlerini alınca şükür demek istiyor ama göğsüne saplanan ağrı, omuzlarını çeken ağırlık buna izin vermiyor. Sayılar sadece birer sayı değil, her biri özel bir yaşam, her biri anne, baba, evlat, eş… Elif, Lola, Nehomi, Djamila, Alberto, Caroline, Patricia, Halima, Valentin ve diğerleri… Yüzlerce insan resmi geçidi… Farklı millet, din, kimlik ve ırktan insanların dramı - daha öncekiler gibi - boğazlarımızda düğüm oluyor, sözler bitiyor, nefesler tükeniyor…
Paris şokta, Paris hüzünlü, Paris endişeli, Paris ağlıyor…
Sıradan bir cuma akşamı… Haftanın yorgunluğunu atmak, biraz müzik dinlemek, keyişi bir yemek yemek, eğlenmek, biraz gülmek, muhabbet etmek… Hepimizin konser dinlemeye gittiği Bataclan Konser Salonu, maç seyretmeye gittiği Stade de France, kahve-çay içip dostlarıyla muhabbet ettiği, iş çıkışı bir kadeh şarap içtiği cafeler, barlar, restoranlar, Paris’i Paris yapan mekanlar… Bu sefer hayatta kalan bizler ölümü biraz erteledik mi acaba? Ya can verenler? O masum insanlar ‘yanlış zamanda yanlış yerde’ miydiler? Geçen cuma Paris, bir hafta önce Beyrut, bir ay önce Ankara, daha önce Madrid, Londra, Bali, Bombay ve diğerleri…? Herkes mi yanlıştı?
Yine ateş düştü, yine kan, yine dehşet, yine çaresizlik, yine gözyaşı, yine hıçkırık… Yine teröristlerin amaçları gerçekleşti, yaptıkları katliamla dünyanın gündemini oluşturdular.
II. Dünya Savaşından bu yana ilk kez cuma gecesi Paris’te sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ertesi gün şehirde müzeler, turistik mekanlar, metrolar, ülke sınırları kapatıldı; olağanüstü hal ve üç günlük ulusal yas ilan edildi. Acı karşısında o gece Paris başka bir yüzünü gösterdi: Çoğunlukla ‘kabalıkla’ suçlanan Paris taksi şöförleri taksimetrelerini kapattılar, insanları ücretsiz evlerine taşıdılar. Aynı Parisliler twitter’da oluşturdukları #portesouvertes (açık kapılar) girişimiyle tanımadıkları insanları o gece evlerinde misafir ettiler. Bir hafta önce grevde olan doktorlar Paris’in her hastanesinde gönüllü çalışmaya koştular.
Parislilere evde kalmaları söylenirken dehşetin yaşandığı sokaklar pazar öğleden sonra akın akın gelen insan kalabalıklarıyla doldu, taştı. İnsanlar biraraya gelip birbirlerinden güç almak, birbirlerine destek olmak, birlikte ağlamak istediler. Mumlar yaktılar, çiçekler getirdiler, duygularını kağıtlara döküp mesajlar bıraktılar, şarkılar söylediler. Dünya başkentleri mavi-beyaz-kırmızı Fransız bayrağı renklerine büründü. Sosyal medyada milyonlarca dostluk, sevgi, dayanışma mesajları atıldı, terör lanetlendi. Dublin’den Vietnam’a, Katmandu’dan New York’a dünya halklarının şiddete karşı tek vücut durması kayıtsız kalınmadığının ispatı oldu. Dayanışma, yardımlaşma, insanlık… 13 Kasım 2015, bu değerlerin henüz ölmediğinin ispatı oldu.
Bu ne ilk, maalesef ki ne de son… Hepimiz biliyoruz ki caniler bir sonraki ‘büyük ses getirici’ katliamlarını adım adım planlamaya başladılar bile… İçim acıyor, daha ne dramlar göreceğiz diye uykularım kaçıyor. Diğer yandan batının, ‘uzak toprakları’ yıllardır kendi emelleri ve çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışması, belli grupları yok edip diğerlerini kullanıp silahlandırması, yanlış politikalar sonucu gün gelip de ‘oyunu artık yönetemez’ olduğu kontrolsüzlük karşısında timsah gözyaşları dökmesi ise midemi bulandırıyor.
Paris yasını tutacak, ardından yaralarını saracak, yaşam biçimini cezalandırmaya çalışanlara inat yine bildiği, sevdiği, dilediği gibi yaşayacak. Günlük hayatlarına yavaş yavaş geri dönecek Parisliler. Yüreklerin ağırlığı, insanoğlunun yaşanmışlıklarına bir kara leke daha ekleyecek ama her durumda, yaşamın değeri galip gelecek, hayatın anlamı kazanacak, Işıklar Şehrinde ışıklar yine parlayacak.
Ama bugün çok erken. Henüz herşey çok taze. Bugün biraz daha yaralı, biraz daha şaşkın, biraz daha tedirgin, biraz daha hüzünlü, biraz daha öfkeli, bugün biraz daha eksiğiz.
Bir sevgili arkadasım ne de güzel ‘Sibelciğim, keşke bu son olsa…’ diye yazmıştı cuma akşamı Facebook sayfama… Ben de naifçe ‘keşke’ demiştim. Ama kendimizi kandırmayalım. Yaşananlar ciddi ve derin, üstelik sadece Fransa’nın değil, tüm dünyanın sorunu. Akılcı analizlerin yapılması, sorumlulukların alınması, somut adımların atılması, dünya liderlerinin hatalarını masaya yatırıp stratejilerini iyice gözden geçirmesi şart. Ve acil.
Bugün sözün sonlandığı yerdeyiz.
Yoksa bu daha başlangıç mı?