Başına gelen felaketleri yorumlamaya çalışmak insanoğlunun travmayla baş etme ve iyileşme sürecinin bir parçası. Paris’i vuran terör olayları ardından yapılan, “Yeni bir dünya savaşı mı?” tartışmaları da aynı amacı taşıyor.
Irak’ta doğup Suriye’de serpilen ve tüm dünyaya ihraç ettiği şiddetin dozunu giderek artıran IŞİD’in bugün küresel güvenlik tehdidi oluşturduğu üzerinde neredeyse tüm devletler hem fikir.
Yapılması gerekense herkesçe malum. IŞİD’in elinde bulundurduğu insan gücü, askeri lojistik ve doğal kaynaklardan mahrum edilmesi; maddi gelirlerinin kesilmesi. Hâlihazırda Rakka’nın kuşatılması, gerek Suriye gerekse Irak’ta yürütülen askeri operasyonların başlıca hedefi de bu zaten.
Siyasi ve kültürel boyutta eş zamanlı sürdürülmesi gereken IŞİD’le mücadelenin başarısı devletlerarası işbirliğine bağlı.
Şayet, IŞİD gerçek anlamda geriletilmek isteniyorsa, vesayet savaşlarını körükleyen mezhepçilik ve bölgesel rekabetin önüne geçilmesi ve bölgede cihatçı terörü teşvik eden siyasi istikrarsızlığın bir an önce sonlandırılması gerekiyor.
Bu bağlamda Viyana’da Suriye’nin siyasi geleceği üzerine uzlaşmaya varıldığı yönündeki haberler sevindirici; ancak temkinli olmakta fayda var. Çünkü masadaki planlar uygulamaya konulduğu vakit, Suriye krizine taraf olan güçlerin Esad’lı geçiş sürecini kendi çıkarlarına uyacak şekilde yorumlayıp, kendi aralarında ayrışmaları kuvvetli olasılık.
IŞİD’le mücadelenin kültürel ve ideolojik boyutu ise siyasi kazanımların uzun dönemde güvence altına alınması ve özellikle örgüte cihatçı akışının önlenmesi açısından önem taşıyor.
Sömürge geçmişinin biriktirdiği aşağılanma duygusundan mustarip, geleceğe dair umudu olmayan, baskıcı rejimlerin şiddetine maruz kalmış, hatta işkence görmüş insanların intikam arzusu ile birer ölüm makinesine dönüşmesi bir nebze anlaşılabilir; ama IŞİD ideolojisinin Avrupa’da doğup, büyümüş, okulunda başarılı, çevresi tarafından sevilen, 15’inde bir genç kıza ya da işini, aile düzenini kurmuş, yaşını başını almış bir esnafa neden cazip geldiğini anlamadan IŞİD’le mücadele etmek mümkün değil.
Cihat ve şehitlik kavramlarını ön plana çıkaran nihilist öncüllerinden farklı olarak IŞİD, takipçilerine, İslam’ın en saf hali olduğunu iddia ettiği bir yaşam biçimini pazarlıyor. Sınırları belli bir toprak üzerinde tıpkı bir devlet gibi, hizmet ve rant dağıtıyor. Bu açıdan, hayatta yönünü, amacını bulamamış olanlara aidiyet ve ulvi bir amaç sunuyor. Dolayısıyla burada asıl cevaplanması gereken neden bu insanların bulundukları yere yabancı kaldıkları ve hangi şartlarda geri kazanılabilecekleridir.
Öte yandan kıdemli diplomat, Ünal Çeviköz’ün Radikal’de ifade ettiği gibi “acımasızca kafa kesmeyi din adına yaptıklarını bağır bağır söyleyen IŞİD var oldukça,terörün dini olmadığına insanları inandırmak” giderek zorlaşıyor.
İslam Dünyası IŞİD’le mücadeleye katkı sunmakta samimiyse, işe, cihatçı örgütlerin gelişmesine olanak veren teolojik zemini sorgulamaktan başlamalı. Bu hesaplaşma geciktikçe, Müslüman göçmenlere vurulan terörist damgası da derinleşiyor.
Paris katliamını, haklı olarak vicdanlarıyla kavramakta zorlananlar, yaşananları “uygarlığın barbarlarla mücadelesi” olarak yorumlamayı seçtikleri anda, ister istemez Huntington’ın medeniyetler çatışması tuzağına düşmüş oluyorlar. Tuzak; çünkü cihatçı ideolojinin beslendiği ana damar insanların tam da biz-onlar, iyi-kötü diyalektiği üzerinden ayrışmasını istiyor. Ve belki de buna verilebilecek en iyi cevap etnik, dini ve milli kimlik ayırt etmeksizin, şiddetin her türlüsünü yadsımak üzerinden insanları birleştirebilmek olmalı. Bu bakımdan Paris saldırısı sonrası Avrupa’nın izleyeceği göçmen politikası, keza mültecilere yönelik yaklaşımı kapsayıcı, kucaklayıcı olduğu ve insanı öne aldığı ölçüde yatıştırıcı ve başarılı da olacak.
Bugün büyük güçler geçmişteki askeri müdahalelerden alınan dersler neticesinde Ortadoğu’yu şekillendirmeye eskisi kadar hevesli değil. ABD zaten epey bir süredir bölgeden çekileceğinin sinyallerini vermekteydi. Her ne kadar, Başkan Obama sözünü tutamayıp, ABD askerini tekrar Ortadoğu’ya yolladı diye kıyamet koparanlar olsa da, Suriye’ye gönderilen askeri danışmanların sayısı oldukça sınırlı. Paris saldırısının IŞİD’le mücadele kapsamında verilen askeri desteği artıracağı bekleniyor, ancak Suriye’ye yönelik Irak veya Libya benzeri bir müdahalenin günümüzde siyasi karşılığı yok. Dolayısıyla, her ne kadar bölgede yaşanan kaosta zamanında yapılan yanlış askeri müdahalelerin payı olsa da, Ortadoğu ülkeleri kendi sorunlarını kendi başlarına halletmeyi öğrenmek zorunda.
Bu süreçte, IŞİD’i besleyen Suriye bataklığının kurutulması için bölge devletlerince ortak irade sergilenebilmesi, önemli bir eşik vazifesi görecek.