Yeni bir şey var mı güneşin altında?.. Sözleri Hz. Süleyman’a dayandırılan Vaiz kitabı, “Güneşin altında yeni bir şey yok.” diyor. “Önce ne olduysa, yine olacak. Önce ne yapıldıysa, yine yapılacak.”
Yeni bir şey var mı güneşin altında?..
Sözleri Hz. Süleyman’a dayandırılan Vaiz kitabı, “Güneşin altında yeni bir şey yok.” diyor. “Önce ne olduysa, yine olacak. Önce ne yapıldıysa, yine yapılacak.”
Bu sözlerin üstünden nerdeyse üç bin yıl geçti. Söylenenler, yalnızca o zamana değin bir yargıyı ortaya koymuş olsa okuyup geçer, belki de üstünde hiç durmazdım; oysa içeriğindeki geleceğe yönelik öngörüler, nedense beni düşünmeye yönlendirdi: Gerçekten insanların ilk atalarından bu yana, güneşin altında yeni bir şey olmadığını söyleyebilir miyiz?.. Gelecekte de yeni bir şey olamayacağını?..
Hayır, hiç sanmıyorum! Yeryüzünün her köşesinde, her an soluk alırcasına çok hızlı bir değişimin yaşandığını izlerken, yeni bir şey olmadığını, olamayacağını söylemek bana göre olası değil. Belki de benim için çok yalın, yoruma kapalı görünen bu sözler, mutlaka bilmediğim, anlayamadığım gizli bir iletinin ipuçlarını veriyordur. Yoksa kendi payıma, çağımızdaki baş döndüren gelişmelere ayak uydurmakta zorlanırken, bir değişimin olmadığı savını düşünemiyorum bile…
Teknolojik ve bilimsel gelişmelerin dışında, dünyanın var oluşundan bu yana, güneşin altında değişmeyen tek bir şey görüyorum:
Duyguları ve tutkularıyla, insan!
Nitekim Vaiz’in bütününü okuduğumuzda kötülüklerin, yıkımların, savaşların her dönemde sürdüğünü, bomboş bir dünyada yaşadığımızı yinelerken, bunların hiçbir zaman değişmediğini ve değişmeyeceğini söylüyor. Bu yargının nedenlerini, daha doğrusu binlerce yıldır doğurduğu sonuçları, insanın yaradılışındaki genetik kodlarında mı aramak gerekir, bilmiyorum.
Nedenleri bir yana, sonuçta gerçek değişmiyor:
Geçmişte nasıl olduysa, bu gün de aynı, gelecekte de sanırım hiç farklı olmayacaktır!
Binlerce yıldır insanların büyük bir çoğunluğu, bu konularda olumlu bir gelişme gösterememiş, duygularının ve tutkularının tutsaklığından hiçbir zaman kendini kurtaramamıştır: Sevgi, kıskançlık, nefret gibi… Servet, iktidar tutkusu gibi… Nasıl ki tarih boyunca bunların sayısız örneklerini bulabiliyorsak, günümüzde de Habil’i, Ramses’i, Kral Davut’u, Atinalı Helen’i, Diyojen’i, İskender’i, Midas’ı farklı kişilik ve konumlarda görebiliyoruz. Kimi zaman yanı başımızda, kimi zaman yazılı basında, ekranlarda, yazınsal ürünlerin kahramanlarında, kimi zaman da bir kurumun ya da ülkenin yönetiminde… Benzer duygular ve tutkularla… Güneşin altında bunlar hiç değişmiyor!
Anaksarkhos, sayısız dünya olduğunu söyleyince, Büyük İskender ağlamaya başlamış. Dostları, “Başına bir felaket mi geldi, neden ağlıyorsun?” diye sorunca da, “Sizce karalar bağlamaya değmez mi?” diye yanıtlamış. “Onca dünya varken, biz daha birini bile fethedemedik.”
Ne de olsa tutkuların bir sınırı yok!
Konuya bir nokta koymadan, biraz da olumlu tarafından yaklaşalım:
Ne denli olumsuzluklarına karşı çıksak da, tüm değişimlerin altında, insanı sürekli kışkırtan bu duygu ve tutkular yatmaktadır. Bir insan için kötü olan kimi hırslar, insanlığın gelişmesinde itici birer güç oluşturmuşlardır. Bunlar da güneşin altında yeni bir şeylerin kıvılcımlarını çakmaktadırlar.