İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’in 4 Kasım 1995 tarihinde suikasta kurban gitmesinin üzerinden yirmi yıl geçti. Rabin’in başbakanlığı döneminde (1992-1995) Filistinliler ile gizli görüşmeler sonucu 1993 yılında İlkeler Deklarasyonu kabul edilmişti. FKÖ-İsrail arasında karşılıklı tanıma gerçekleşmiş, böylelikle 1994 yılında Filistin Ulusal Yönetimi önce Gazze ve Eriha’da kurulmuş, daha sonra da Batı Şeria’nın Ramallah, Nablus, El-Halil (Hebron) gibi şehirlerine genişletilmişti. Bu durum, Filistinliler ile barışın yaklaşmakta olduğuna dair kanıyı güçlendirmiş, Ortadoğu, Avrupa ve Amerika’da birçok insan bu beklenti içine girmişti.
Barış sürecinin en temel özelliği adım adım yani tedrici bir şekilde yürütülmesiydi. Dolayısıyla, Kudüs, yerleşimciler, su meselesi ve sınırlar gibi nihai meselelerin görüşülmesi sonraya bırakılmıştı. Nasıl bir Filistin devletinin kurulacağı belli değildi. O dönemde bile İsrail yerleşimci sayısını artırmaya devam ediyordu. İslami Cihad’ın lideri Fethi Şikaki Malta’da öldürülmüştü. Dolayısıyla Rabin barış mitingine katılmak için gittiği Tel Aviv’in Malchei Yisrael (İsrail Kralları) Meydanında öldürüldüğü zaman suikastçının Filistinli olduğu düşünülmüştü. Ama şaşırtıcı bir şekilde katil Bar Ilan Üniversitesi hukuk öğrencisi Yigal Amir çıktı. İsrail toprağının kutsal olduğunu ve bu topraklar üzerine pazarlık yapmanın ve başkalarına terk etmenin günah olduğunu iddia eden Yemen kökenli Amir, Filistinliler ile barış görüşmelerini sürdüren başbakanı “katli vaciptir” düşüncesiyle öldürmüştü.
Öte yandan, cinayetin hangi siyasi bağlamda gerçekleştiğini hatırlamakta fayda var. İsrail’in 1967 savaşında işgal ettiği toprakların bir bölümünden çekilmeye başlaması üzerine, sağ kesim, İsrail toprağının (Eretz İsrael) bir parçası olarak nitelendirdikleri Batı Şeria’nın (Yehuda ve Şomron) bir bölümünün bile tahliyesini ihanet olarak nitelendirmiş ve meydanları Rabin’i Nazi üniformaları veya Filistin keffiyesi ile tasvir eden posterlerle donatmıştı. Gösterilerde Rabin’in sonunu gösteren tabutlar gezdiriliyordu. Likud mitinglerinde sıkça görülmeye başlanan bu tür benzetmeler ve vatana ihanet suçlamaları, Rabin’i şeytanlaştırıyor ve gayrimeşru ilan ediyordu. İsrail’in çeşitli güvenlik operasyonlarını konu alan ve Mossad eski başkanları ve çalışanları ile yapılan mülakatları içeren bir belgesel olan Gatekeepers filminin yönetmeni Dror More, Rabin suikastında bu mitinglerin rolüne dikkat çekmektedir. Hatta More bu mitinglere o kadar önem atfetmektedir ki, Rabin’in öldürülmesinden o dönemki muhalefet lideri Binyamin Netanyahu’yu sorumlu tutmaktadır. Netanyahu’nun, bu söylemleri ve sembolleri kınamayarak en azından dolaylı bir sorumluluğunun bulunduğu söylenebilir.
Suikast sonrası Şimon Peres başbakan olmuş ve Mayıs 1996’da seçimleri Netanyahu’ya karşı kaybetmiştir. Burada Peres’in, belki de taktiksel sebeplerle, bu suikastın sorumlularını yeterince suçlamamış ve bir seçim aracı olarak kullanmamış olması dikkat çekicidir. Tabi seçimleri kaybetmesinde Hamas’ın intihar bombacılarının Tel Aviv ve Kudüs gibi şehirlerde birçok eylem yapması ve İsrail halkının barış sürecinin barış getirmediği sonucuna varması da çok önemli bir rol oynamıştır.
Bu suikasttan 20 sene sonra cinayeti işleyen Amir hâlâ hapistedir, ancak, işbirlikçisi ağabeyi Hagai hapse girip çıkmış ve günümüzün İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’i tehdit edebilmektedir. O dönemden bahsederken bu suikastın hayırlı olduğunu çünkü Rabin öldürülmese İsrail ordusuna karşı savaşmak zorunda kalabileceği vurgulamaktadır. Ayrıca Hagai, kardeşinin ölmeyi göze aldığını dolayısıyla Rabin’i öldürmekte başarılı olacağına o zamanlar ikna olduğunu söyleyerek bu suçtaki ortaklığını dolaylı olarak itiraf etmektedir.
Bu yıl Yitzhak Rabin’in öldürülüşünün yirminci yıldönümünde artık ismi Rabin Meydanı (Kikar Rabin) olarak değiştirilmiş meydanda 4 Kasım günü yüz bin kişinin katılımıyla bir anma töreni düzenlendi. Amerikan eski Başkanlarından Bill Clinton’ın katıldığı törende Clinton, Rabin’in kendisine Filistinliler ile barış görüşmelerine başlama sebebinin bu toprakları elinde tutarak “İsrail’in hem Yahudi devleti, hem demokratik bir devlet olarak” kalamayacağı gerçeği olduğunu söylediğini aktardı. Terörizm yokmuş gibi müzakerelere devam ederken müzakereler yokmuş gibi terörizm ile mücadele edeceğini kendisine söylediğini hatırlattı. Clinton yaptığı konuşmada ayrıca, İsraillilere Rabin’in mirası olan barışa ulaşmak için çaba göstermeleri çağrısında bulundu. İsrail Cumhurbaşkanı Rivlin ise muhtemelen sağ kesimden geldiği için pek destek görmediği konuşmasında aşırıların ve şiddet yanlılarının kendilerini yenemeyeceği vurgusu yaptı.
Asker, general, büyükelçi, savunma bakanı ve başbakan olarak görev yapan İsrail’in ilk İsrail doğumlu (Sabra) başbakanı olan Rabin bile hainlikle suçlanıp öldürülebiliyorsa, Filistinliler ile cesur müzakere yapabilecek yeni bir liderin çıkması artık zor görünmektedir. Nitekim günümüzde hâlâ İsraillilerin kendi aralarında bile şiddet çağrıları yapılabiliyorsa, Rabin suikastından öğrenilmesi gereken derslerin alınmadığı çok açıktır.