Bu yazıma, Ataların Öğretileri şeklinde Türkçeleştirilmiş olan ve Talmud kapsamında yer alan Pirke Avot eserinden bir alıntı ile başlayacağım, izninizle.
“İnsanları selamlayan her zaman siz olun” (4:20). Büyük Rabi Yohanan ben Zakay derdi ki: “Sokakta rastlayıp da kendi selam vermeden davranıp, selamlamadığım kimse yoktur” (Başka bir deyişle, karşılaştığım herkese ilk ben selam veririm). Çok ciddi ve sert bir kişi olarak bilinen Şamay ise şöyle derdi: “Herkesi neşeli bir yüzle selamlayın” (1:15).
Bilgelerimiz konuyu daha da derinleştirmiş ve şöyle demiştir: Dünyanın en değerli armağanını asık suratla vermek, bir şey vermemekle eşdeğerdir. Ama birini neşeli bir sima ile kabul ederseniz, verebileceğiniz en değerli hediyeyi sunarsınız.
Rav Dessler bir gün asık yüzle dolaşan bir öğrencisini, “Hırsız gibisin” diyerek azarlamış ve kişinin yüzünü herkesin görebildiğini açıklamış. Ardından sormuş: “Diğer insanları neşeli bir yüzün hoşluğundan mahrum bırakmaya ne hakkın var?”
Bunları neden yazma gereği duydum dersiniz sevgili okurlar? Çünkü yakın zamanlarda bazı kişilerin, tanıdıklarına, hatta bir ara çok samimi olduklarına selam vermediği şikâyetini çok sık duymaya başladım. “Yalnızken iyi kötü selam veriyor ama yanında başkaları varsa, görmezlikten geliyor.” Yakınan kişilerin bulduğu neden ilginç: “Zengin olmayanlara selam vermiyor.” Tek bir kişi yakınsa, alınganlık ediyor diyeceğim ama öyle değil. Bir zamanlar varlıklı olup da servetini bir şekilde yitiren kişiye, eski tanıdıkları selam vermemeye başlıyor. Tekrarlamakta yarar var: Bu, birçok kişinin başına geliyor.
Zenginlik nedir? Aşem’in kişiyi sınamak için ona emaneten verdiği varlık. Kendini zengin sanan kişi, sınavdan böyle mi geçmeyi umuyor? Başkalarını aşağılayarak, selamını esirgeyerek mi? Yazının başında da okuduğumuz gibi en büyük bilgeler ilk selam veren olmak için yarışırken, dünya standardında birkaç kuruşu olan (belki biraz kaba olacak ama ‘Şlden büyük gergedan’, zenginin çok daha zengini her zaman vardır), bu yüzden kendini akranlarından üstün mü sanıyor?
Bilgisi, görgüsü ve asaleti ile diğerlerinden üstün olan kişiler hiç kuşkusuz vardır. Ancak onları değerli kılan, eğer varsa, alçakgönüllülükleridir. Kendilerini sürekli öven, niteliklerini ve sahip olduklarını karşısındakilerin gözüne sokanlarla birlikte olmayı kim ister? İnsan, onu iyi ve kıymetli hissettiren, rahat ettiren, ruhuna canlılık getiren kişilerin yanında bulunmaktan zevk duyar.
Bana anlatılanların doğru olduğunu varsayarak soruyorum: “Ey üç kuruşu olanlar, fakir gördüklerinize selam vermeyerek aldığınız haz, sizi gerçekten tatmin ediyor mu? Bu dünya, asıl dünya değil. Asıl yatırımınızı paraya değil, Gelecek Dünya’ya yapın lütfen”.
Bu arada eleştiriye uğradım sevgili okurlar. Eleştirileri hep dikkate aldığımı fark etmişsinizdir. Onun için açıklama yapmama izin vermenizi rica ediyorum.
Ben yazmıyor, bir yerlerden alıntılar yapıyormuşum. Bir tür ‘kes yapıştır’ işiyle uğraşıyormuşum. İnsan Tora yazarken, öncelikle Tora’dan, sonra da metnin altındaki değerli yorumlardan esinlenir, alıntı yapar ve daha fazlasını araştırmak isteyenlere yardımcı olması açısından kaynak belirtir. Bu ‘kes yapıştır’ ise, evet yapıyorum. Eğer büyük din âlimlerinin eserlerini tanıtmaya çalışıyorsam, yine aynı işi yapıyorum. Beni eleştiren kişinin unuttuğu önemli bir şey var. Yazmak istediğim konu ile bilgileri nerede bulacağımı biliyorum (örneğin yazının en başındaki alıntıların kaynağını), daha önemlisi öyle bir kaynak olduğunu biliyorum, saatlerimi ayırıp Türkçeye tercüme ediyorum (bilirsiniz, Şalom yazar ve çizerleri gönüllü çalışır). Önce kendim hazmediyorum sonra konuya en uzak okurun bile ilgisini çekebilecek, anlayabileceği şekle getiriyorum, örnekler sunuyorum ve uyarlıyor, günümüzden örneklerle süslüyorum.
Eğer Tora yazarken, Tora’dan örnek ve kaynak vermiyorsam, beni o zaman eleştirin lütfen çünkü işimi savsaklıyorum demektir.
Benim için hayatta tek doğru vardır, o da Tora doğrusudur. Tora’nın ışığı hepimizin yolunu aydınlatsın, Amen.