Her şey zehirdir. Mühim olan dozdur. Biraz açacak olursak, fazla dozda alınan her şey zehirdir. Toksikolojinin prensibine göre, su oksijen gibi yaşamsal ihtiyaçlar bile bünyeye belli dozda alındığında toksik etki gösterir.
Yazarlık da bir zehirdir. Yazan kişi sürekli size ne dozda zehir vereceğini belirlemeye çalışıyor. Az verirse okuyan yazıya lakayt kalıyor. Teğet geçiyor. Gazetelerin ikinci sayfasındaki cemiyet haberlerinde bile doz kontrolü sürekli yapılıyor. Bir doz yazınca: Bilmem nerenin açılışında bilmem kim zarif tavırları ile dikkat çekti. Üç doz yazınca: Bu açılışı yapana kadar harcadığınız parayı doğrudan Türk Eğitim Vakfına yollasaydınız bre müsrifler. Yazar, hafızada hoş bir seda bırakmak ile çekiç etkisi yapmak arasında sürekli bocalıyor.
Bu zamanda yazarlık yapmanın artık pek bir etkisi kalmadı tahminimce. Sürekli asıl paylaşmak istediklerimizi kendimize tutup, sakinleştirici kıvamında yazmak bir yazarın yeteneğini yok eder. Yaratıcılığını örseler. Hâlbuki basın liberal. Sansür yok, her şey serbest. Buyurun yazın. Ama bu sefer de oto sansür devreye giriyor. Ben şahsen taraf tutan, karamsar, iğneleyici yazılar yazmaktan geri durmaya başladım. Bu tür yazı yazan çok fazla yazar var. Okuyucu, yazarın hafifçe dozu arttırdığını görünce başta mutlu oluyor. Onu daha fazla takip ediyor, “Vay be sonunda birileri net ifadeler kullanmaya başladı” diye seviniyor. Ama zaman içinde o tarafgir yazar birilerinin mutlaka kuyruğuna basıyor ve kendi hayat kalitesine zarar veren bir yol ayrımına geliyor.
İki seçenek var. İlki, “Tarihin her dönemini aydınlatan yazarlardır” deyip ilkeli dozu yüksek yazılar yazmaya devam etmek ve sonuçlarını yaşamak. Bu yolu seçenleri hayal kırıklığına uğratmak istemem ama bence okuyucu kitlesi de hafiften vurdumduymazlık zehrinin dozunu arttırdı. Tınmaz oldu. Herkesin her şeyi hızlıca unuttuğu bu tuhaf devirde kahramanlık yapmak gereksiz bir çaba olmaya başladı. Algı yeteneğimiz fazlaca uyaranla karşı karşıya olduğundan tepki süresi ve dozu gittikçe azalıyor. Her şey anlamını yitiriyor. Vurdumduymazlık diz boyu.
İkinci seçenek de, yazarların ekonomideki gibi marjinal fayda ilkesine uyumlu şekilde davranması. Ekonomide eğer bir objenin marjinal faydası negatif ise bu obje ‘ekonomik mal’ değildir. Örneğin bir parça çikolata yemek insanı keyiflendirir ama doyurmaz, hemen ikincisini ister. Beşincide doygunluk, onuncuda hafif bayma, yirmincide ise bulantı başlar. Marjinal fayda gittikçe azalır. Yazar da kendisine fayda baremi belirleyip, faydanın azalmaya başlayıp zarara döndüğü noktada dozu durdurabilir. Gerisini sevgili okuyucusunun sağduyu ve algısına terk ederek.
Tahmin edersiniz ki bu yazı bile içinde oto sansür içeriyor. Bir kısır döngü içerisinde kendimizce üretmeye devam ediyoruz. Hâlbuki o tuhaf ürkekliği bıraksak, mizah yazarı mizahın alasını yazsa, düşünür düşüncesini ‘dan’ diye açıklasa ne iyi olurdu. Her yayında ana sayfa ve ikinci sayfaya olduğu kadar zehre de ihtiyaç var…