Terör bireyler ve toplumlar üzerindeki travmatik etkisini arttırmaya devam ediyor. Ankara felaketinin ardından Beyrut ve Paris, hemen sonra Mali’nin başkenti Bamako kana bulandı. Yüzlerce kişi yitip giderken, daha da fazlası yaralandı… Binlercesi ise hayatlarının sonuna dek ‘o günü’ unutmayacaklardır şüphesiz.
İçte ve dışta gündemin hızla değiştiği yeni bir dönemden geçiyoruz. Olayların insanları bir o yana bir bu yana savurduğu bu günlerde neyin öncelikli olduğunu değerlendirmede sıkıntı yaşadığımız bir gerçek. Bırakın kasım ayı içindeki gelişmeleri, son hafta boyunca tanık olduklarımızı alt alta yazıp toplasak, eşitliğin diğer tarafında üreteceğimiz sonucun değerinden ürkmemek elde değil.
Terör bireyler ve toplumlar üzerindeki travmatik etkisini arttırmaya devam ediyor. Ankara felaketinin ardından Beyrut ve Paris, hemen sonra Mali’nin başkenti Bamako kana bulandı. Yüzlerce kişi yitip giderken, daha da fazlası yaralandı… Binlercesi ise hayatlarının sonuna dek ‘o günü’ unutmayacaklardır şüphesiz.
Gelin görün ki terörün üzerine gidilmesi noktasında derli toplu bir birlik hâlâ sağlanabilmiş değil. Hastalığı tedavi etmek için teşhisin açık yüreklilikle ortaya konması gerekir. Oysa dünya devletleri henüz bu konuda asgari müşterekte uzlaşmaya varabilmiş değiller. Genellikle ülke çıkarlarının örtüşmemesi, sınırları aşan, adresi belli olmayan ve kestirilmesi olanaksız anarşik hareketlerin çoğalmasına verimli bir ortam hazırlıyor.
Din eksenli bir kutuplaşma toplumsal yapıları yerle bir ediyor, insan topluluklarının birbirlerine olan samimiyetini sarsıyor. Kimi coğrafyada, bireyin, devletin temsil ettiği düzene güveni yerle bir olurken, kimi yerlerde erişilen refah seviyesi hedef alınıyor, sabote ediliyor. Halklar korkuda eşitlenmeye çalışılıyor. Düşünür Alain Finkieikraut’un Paris saldırıları ardından Le Figaro’ya verdiği röportajda ifade ettiği gibi, “Tarihin sonunun sonu yaşanıyor” adeta. İslam adına hareket ettiğini söyleyen aşırı gruplar yerleşik yapıları dinamitliyor. Teröre maruz kalan ve kalmaya aday toplumların itiraf etmekten çekindikleri tabular gitgide tartışılabilir olmaya başlıyor.
Örneğin, bugüne dek demokratik toplumların ilkesel olarak kucakladığı, izole etmemek adına sarmaladığı hastalıklı aşırılar, bu saldırılardan sonra artık düşman olarak algılanmaya başlandı, denilebilir mi? Batı, demokratik olma adına kucak açtığı potansiyel sorunlu bu insan yığınlarının kendisine zarar verdiğini kabul ediyor sanki yavaş yavaş. 11 Eylül’de Amerika’da başlayan algı şimdi Avrupa’yı da sarmalıyor adeta.
Tehlikeli olan da bu… Sıkıntı, genellemeye yatkın insan topluluklarının olası yönelişlerinde. Düşmanlığa düşmanlıkla, nefrete nefret ile cevap vermekte. Bu oyuna gelmemek gerek. Dikkatli ve uyanık olmak gerek. Irkçılığın, din ve etnik kökenli ötekileştirmenin kök saldığı topraklarda refah yükselmez, insanlar mutlu olmazlar, yıkım, sefalet onları adım adım takip eder… Yok oluşlarına dek.
Burada şöyle bir gerçek var. Ya özgür düşünenler terörün su yolunda ötekileşecek, yaşamdan yabancılaşacak ya da teröre karşı kararlı bir mücadele verecek, bunun yol açabileceği yıkımlardan kendini kurtaracak. Hayatını doğru ve güzel yaşamanın peşinde yitip gidenlerin anılarına gösterilecek saygı bunu gerektirmez mi?
21. yüzyıla gireli 15 sene oldu. Terörle özdeşleşen bir başlangıçtan sonra, yüzyılın ilk gelişme yılları da yarınlara güven ve umutla bakabilmemizi zora sokuyor. Yabancı düşmanlığı, ırkçılık, kendi gibi olmayana, kendi gibi düşünmeyene, kendi gibi inanmayana duyulan şüphe ile nefret ile anlam bulmuş bir zaman diliminden söz ediyoruz. Böylesi bir dönemde terörün globalleşmesi kadar olağan bir şey yok denebilir.
Memlekette terör, komşuda terör, bölgede terör, İsrail’de terör, Avrupa’da terör… Buna karşı teröre karşı savaşması gerekenlerin üzerinde anlaşamadıkları birçok nokta var. En azından terörün ve teröristin tanımlanmasında problem var.
Bundan dolayıdır ki, İsrail’deki bıçaklı saldırılar basınımıza konu olmazken, Suriye’de yaşanan felaketlerin yansımaları Rusya ile Türkiye’yi, ya da müttefik olanları kendi aralarında karşı karşıya getirebiliyor. Ya da hangi grubun ne şekilde destekleneceği bireysel çıkarların çerçevesinde yapılabiliyor. Objektif olması beklenen değerlendirmelerden uzaklaşılıp tamamen kişisel yargılarla hareket edilebiliyor.
Şu anda uzun zamandır görülmeyen bir kamplaşma yaşanıyor. Hem dünyada hem ülkemizde bu böyle. Ya da oturduğumuz yerden bunu biz böyle görüyoruz. Sanki yeni ittifaklar oluşacak, sanki kartlar yeniden dağılacak, sanki bölgemiz kaynaklı gerilim sosyal ve siyasi bir deprem üretecek.
Gerginliğin gözle görülür, elle tutulur hale geldiği bu zamanlarda, normalde serinkanlı karşılanacak olaylar küçük bir kıvılcım haline gelebiliyor. Tarih bunun yüzlerce örneği ile bezeli…