Zaman zaman bir araya geldiğim arkadaşlarımla olan söyleşilerimizde ya da sosyal medyada paylaştığım kimi denemelerim için yapılan yorumlarda, benzer sözleri duyuyorum: “Benim düşündüklerimi yazmışsın!”, “Benim hissettiklerimi dile getirmişsin!” ya da anlattığım bir olaydaki davranışımı anımsatarak, “Ben olsaydım, senin gibi yapardım!”
Ne denli farklı birikim ve gelenekten beslenmiş, farklı yapılarda şekillenmiş olsak da, kimi konularda sergilediğimiz davranışlarda olduğu kadar, benzer duygu ve düşüncelerde buluşmamız olağandır. Aramızdaki fark kimimiz bunu dile getiremeyiz, kimimiz anlatmakta daha başarılıyız, kimimiz de yazarız. Sözlerimi Montaigne’e sığınarak açmaya çalışacağım:
Benim gibi deneme yazmaya soyunmuş herkesin ilgi duyduğu, zaman zaman da başvurduğu yazarlarının başında mutlaka Montaigne gelir. Yazın türünün isim babası olması bir yana, okuyucuya nasıl yaklaşmamız gerektiğini, bize öğreten o büyük ustadır diyebilirim. Denemelerinde, kendi düşüncelerini güçlendirmek için başka düşünürlerin sözlerine yer verse de, öncelikle kendini anlatmıştır satırlarında. Odak noktasına kendisini oturtarak anlattığı her şey, aslında çoğumuzun duyguları, düşünceleri, davranışları, kısacası olağan insanlık halleridir.
Bir arayış yolculuğunda olanlar için “gerçek” kavramı, her çağ ve toplumun düşünürleri için önemli olmuş, ortaya konulan farklı ve zengin yorumlar düşünce ufkumuzu genişletmiştir. Oysa Montaigne, “Gerçek nedir?” sorusuna, hiç yoruma ve uzun bir anlatıma girmeden, çok yalın bir şekilde yanıt vermiştir: “Gerçek benim!”
Düşündüğümde, öncelikle kendimi, en iyi ve en doğru olarak ancak benim tanımam gerektiğini söyleyebilirim. Yalana, abartıya kaçmadığım sürece, bu konuda anlattıklarım, mutlaka gerçeği yansıtacaktır. Nitekim bu ünlü düşünür de, denemelerinde aynı yolu izleyerek okuyucuyu kendine bağlamış, daha içten ve inandırıcı olmuştur. Bu yüzden her birimiz, kitabında kendimizden bir şeyler bulabildiğimiz gibi, söylediği her söz, o günden bu yana güncelliğini korumuştur. Okuyucuya seslendiği ilk satırlarda da, tüm kitap boyunca sade, doğal ve her günkü haliyle, özentisiz bezentisiz görünmek istediğini söyler. Ayrıca hataları ve kusurlarıyla nasıl bir insan olduğunu, kendini olduğu gibi anlatacağını dile getirir. Bir yerinde de şöyle der: “Kısacası, okuyucu, kitabın özü benim.” Bir başka yerinde de şöyle yazar: “Ben kitabımı yaptığım kadar da kitabım beni yaptı.” Nitekim tüm denemelerinde içten, alçakgönüllü ve dürüst olmaya çalışmış, bu yüzden de kitaplarının yayımlanmasından bu yana, her zaman ilgi odağı olmuştur.
Sözümün başından beri Montaigne’i anmamın nedeni, okuduklarımızda, yazdıklarımızda içtenliğe ne denli gereksinmemiz olduğunu anlatmaktır. Öykü ya da roman gibi kurguya dayalı yazınsal ürünlerden elbette söz etmiyorum. Daha çok ele aldığım, deneme ve benzeri türlerdir. İçtenliğe yakın olduğumuz oranda, okuyucuyla olan bağımız güçlenecek, kimi değerleri paylaşmanın keyfini birlikte yaşamış olacağız.
Montaigne gibi düşünmek!.. Montaigne gibi yazmak!..
İçimden geldiği gibi, önyargısız, paylaşımcı, sevgiyle…
Keşke her zaman yapabilsem!..