‘Sosyal Medya ve Azınlıklar Projesi’ AB ve Türkiye’nin ortak finanse ettiği bir program.
11Aralık’ta Antakya'da gerçekleşen Azınlıklar ve Sosyal Medya Atölyesine katılanlardan biriydim. Daha önce duymayanlar için, ‘Sosyal Medya ve Azınlıklar Projesi’ AB ve Türkiye’nin ortak finanse ettiği bir program. Proje dahilinde Türkiye'deki gayrimüslim azınlıkların sosyal medya ilişkisi araştırılıyor, sosyal medyada azınlıkların karşılaştığı ayrımcılık ve nefret söylemleri ve mevcut yasal düzenlemeler inceleniyor.
ANTAKYA CEMAAT BAŞANI: "8 AİLE KALDIK"
Program başlamadan girişte, Antakya Yahudi Cemaati Başkanı Şaul Cenudi ile karşılaştım. Herkesi tanıyan, müthiş güler yüzlü bir beyefendi. Kendisiyle bayramlaştıktan sonra meşhur soruyu dayanamayıp sordum: “Şaul bey kaç kişi kaldınız?”.
Bana cevabı: "Sorma ya! Vallahi üzülüyorum, sekiz aileyiz. Bir hafta gençler gelin buraya sizlere Antakya’yı gezdirelim."
Şaul Bey’le başka bir ziyaret için sözleştikten sonra Antakya'da Arap Halkları Araştırma Enstitüsünün kurulduğu bilgisini alıyorum. Projenin hayata geçirilmesinde emekleri geçen Abdulmesih Hurigil ve Şule Can'la ayaküstü sohbet ediyoruz. Şule Can, "Biz bölge halklarını araştırıyoruz, yeni kurulduk. Odağımız Antakya halkları; Arap Hıristiyan, Sünni, Alevi ve Yahudileri. Genelde Arap Yahudileriyle göçü konuşuyoruz. Diğer kültürleri de araştırıyoruz" ve ekliyor "Biliyor musunuz? Eskiden mahalleler iç içeydi; Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar aynı dili konuşurdu."
LAKİ VİNGAS: "İZOLE KALMIŞ TOPLUMLAR SOSYAL MEDYA ÜZERİNDEN KONUŞMAYA BAŞLIYOR"
Programın için salonda yerimizi alıyoruz ve Vakıflar Meclisi Azınlık Vakıfları eksi Temsilcisi Laki Vingas konuşmaya başlıyor:
"Azınlıklar olarak kendimizi ne kadar ifade edebiliyoruz? Ne kadar modern hayata entegre olabiliyoruz? Mesela İstanbul Yahudi Cemaati dini etkinliğini periscope'ta paylaşıyor. Hanuka’yı bütün dünya -tıpkı Noel gibi- bir ritüel olarak kutluyordu. Bunun üzerine İvo Molinas, geçtiğimiz günlerde sosyal medyada bir anket yaptı: "İstanbul sokaklarında da Hanuka mumu yakılmasını ister misiniz?" Bu soruyu halka sordu. Büyük bir çoğunluk anketi "evet" olarak cevapladı ve sonuca bakın ki bayramlarını meydanda kutlayabiliyorlar. Üstelik, milyonlarca insan da Hanuka bayramını öğrendi ve bayramın korkulacak bir şey olmadığını, aslında bir ritüel olduğunu fark etti. Herkesin ışığını yansıttığı bir ritüel... Bu, Sosyal Medya ve Azınlıklar projesi için ilginç bir örnek. Sosyal medya aracılığıyla Hanuka Bayramı’nı ortak bir kutlama haline getirdiler. İmkânsız olan bu durum, bir anda hayata geçti. Toplum değişkendir. Ve bu toplumun sıkça kullandığı sosyal medya çok önemli bir mecra. Mesela çok izole olmuş bir toplum, sosyal medya üzerinden geniş toplumla konuşmaya başlayabiliyor. Bu çok güzel bir şey."
Arap enstütüsü temsilcileri
Azınlıklar için STK ihtiyacının altını çizen Laki Vingas konuşmasına şöyle devam ediyor: "Mesela Gökçeada'yı ele alalım… Burada yeni bir okul açıldı. Yıllar sonra travmalar üzerine oradaki bir toplum için okul açıyorsunuz. Negatif bir durumu pozitif bir duruma çevirmek için çok uğraşıyorsunuz. Küçük toplumlarda da bu risk faktörü var. Kimi zaman da risk almak lazım. Gökçeada’da okul açabilir miyiz diye konuşurken şu anda açtığımız o okulda 20 öğrencimiz oldu.
Vingas’ın konuşmasını takiben ise Rum Vakıfları Destekleme Derneği (Rumvader) tarafından gerçekleştirilen ‘Azınlık Vatandaşları Eşit Vatandaşlar’ AB projesinin tanıtım filmi gösteriliyor. Dolu dolu bir atölye bu.
RİTA ENDER: "ARTIK KİMSE LADİNO DİLİNDE AŞIK OLMUYOR"
Programın ikinci bölümünde Rita Ender ve Yorgo Demir'in çektiği Las Ultimas Palavras (Son Sözler) belgeselini izleme fırsatını buluyorum. Rita, Türkiye'de yok olmak üzere olan Ladino kelimeleri İstanbul, Bursa ve İzmirli, 25-35 yaş aralığındaki gençlere sormuş. Gençleri 500 yıl önce bu topraklara göçmüş atalarına bağlayan unutulmakta olan kelimeler bunlar. Ladino’yu unutmuş gençler, hatırlayabildikleri kelimeleri mikrofonda söylemeye çalışıyor. Her kelimenin hikayesi var..
İzleyicilerin en güldüğü anlardan biri ‘salatalık’ ile ilgili olan konuşma. Malumunuz, Ladino'da salatalığa ‘pipino’ denir. Belgeselde mikrofona konuşan bir genç bu durumla ilgili, "Annemizin salatalık al diye yolladığı pazardan o salatalığı alamadan eve dönmek de vardı" dediğinde salon tekrar gülüyor.
Yine başka bir genç mikrofona loko kelimesini şöyle anlatıyor: "Benim hatırladığım söz ‘loko’ yani deli demek". Birinin garip hareketlerini görünce mesela şöyle deriz: Bu da biraz lokoymuş."
Rita'nın belgeselini izledikçe Ladino’yu duymayı ne kadar özlediğimi fark ediyorum.
Tam dalmış gitmişlen bu sefer ekranda beliren başka bir genç kız moplatoyu anlatıyor: "Benim hatırladığım bir söz de ‘moplato’. Moplato gibi önümde durma deriz mesela. (Hantal, blok, yığın gibi durma demek).
Gösterim sonrası bu belgesel için destek alıp almadığını öğrenmek için Rita'nın yanına gidiyorum. Soruma cevabı : "Belgesel için çok uzun süre yerel kaynaklardan bütçe aradık ve sonuçta çok kısıtlı bir bütçeyi Avrupa Birliği Sivil Düşünce fonundan alabildik."
Benim kanaatim, bu tarz projelerin hem üretilmesi hem de gösterimi konusunda devletin daha destek vermesi gerektiği. Eninde sonunda kültürü korumak için emek harcanan projeler bunlar.
FEHİM TAŞTEKİN: "MEDYADA YAHUDİLERLE İLGİLİ DİL, ÇOK ÖZENSİZ VE DİKKATSİZ"
Rita Ender'in belgeselini takiben programın son konuşmacısı Fehim Taştekin kürsüye geliyor. "Değerli azınlık temsilcileri, keşke bu tanımı kullanmasak" diyerek başladığı Suriye'yle ilgili konuşmasına şöyle devam ediyor: "2003'te Irak işgali en fazla Hıristiyanları da vurdu. O bölgede 1 milyon 400 bin Hıristiyan vardı bu sayı şimdilerde ise 300 bine düştü.
Musul ele geçirildiğinde Şiilerle birlikte Hristiyanlar da göçtü. Zor bir durum. Oradakiler iki seçenek sunuyorlar bu toplumlara: Ya cizre sistemini kabul edersiniz ya da malınıza mülkünüze el koyarız. Haliyle oradaki duruma dayanamayanların yüzde 98'i Musul’u terk etmiş durumda.Burası Hıristiyanların en eski yerleşimlerinden biriydi. Bu yapı birdenbire göçe zorlanıyor. İnsanlar birdenbire kendi medeniyet havzalarında düşman ilan edildi. Hatta komşular birbirlerinden şüphelenir hale geldi.
Mesela Humus eski bir medeniyet mahallesidir. Ermeni mahallesini geçersiniz, oradan Şiilerin sonrasında Hıristiyan Arap ve Sünnilerin mahallesine varırsınız. Biraz ilerlerseniz az ötede ise Alevi Mahallesi vardır. Bu mahallelerde insanlar karşılıklı tavla oynarlar. Ezan okunur, çan çalınır, tavla masasından kalkıp oyuncular kiliseye, camiye giderler. Herkes ibadethanesinden çıkınca oyununa devam eder.
Bunun üzerinde durmamın sebebi bu dokunun hedef alınması. Bu doku özellikle korunmalıydı. Askeri müdahaleyle bu doku ne yazık ki bozuldu. Lazkiye'de nüfusun yarısı Sünni’dir. Orada bir sokağa girdim. Duvarın birine baktım. Bir ölüm ilanı ve İncil'den bir ayet... Duvarın karşısında başka bir ölüm ilanı. Bu sefer Kur'an'dan bir ayet.
Bu sokak ölümlerini de sevinçlerini de birlikte yaşıyor. Bu sokağa anlatacağınız bir hikâye var mı?
Biz bu coğrafyayı birbirimizi kucaklayarak, severek, anlayarak yaşatabiliriz. Yapılacak çok şey var. Hâlâ Ermeni kelimesini aşağılayıcı bir kelime olarak kullananlar var. Bunu nasıl açıklayacağız? Bu durumlarla ilgili siyasi otoritenin çok büyük görevi var.
Mesela Rumları başka ülkenin maşaları olarak topluma öğrettiler. Rum vatandaşlarımızın bu toprakların bir değeri olduğunu halka tekrar hatırlatmak gerekecek.
Yahudiler ile ilgili medyadaki dil ise çok özensiz ve dikkatsiz. Bu durum yalnızca İsrail'le ilgili de değil. Bütün insanları dinlerinden dolayı suçlayan bir görüş kabul edilmemeli. İsrail meselesini Yahudi kimliğini bir köşeye bırakarak tartışabilmeliyiz. Bu konuda da pek sorumlu davranıldığını da pek söyleyemeyiz.
Yine mesela Kürtlere Kürt demeyi öğrendik. Ermenilere ‘Tamam bizim cemaatimiz’ demeyi öğrendik. Hâlâ ülkede ‘parçalanacağız’ paranoyası var. Bu paranoya, ülkedeki entelektüel birikimi de esir almış durumda.”
Ve Taştekin konuşmasını şöyle sonlandırdı: "Misafir vatandaş diye bir tanım yok, siz bu toprakların asli vatandaşlarısınız."
Panel sonrası ekipçe dışarı çıkıyoruz. Yemek yemeye gideceğimizi düşünürken Bir anda Hatay'ın saygıdeğer din adamlarından Peder Dimitri'nin babasının vefatı üzerine Peder’in evindeki taziyede kendimizi buluyoruz. Herkes siyah giyinmiş. Evlerinde müthiş sıcak karşılanıyoruz ve bize en güzel yemekleri ikram ediyorlar. Bir ara Peder Dimitri'nin salonunda her dine mensup misafirler olarak hep birlikte yemek yerken "Antakya beni daha ne kadar şaşırtacak?" diye düşünüyorum. Aklımda Fehim Taştekin'in sözleri, "Birlikte gülüp ağlayan" o sokak geliyor. Ne demek istediğini çok daha iyi anlıyorum.
Umarım bu doku bozulmaz. Umarım bu dokunun değeri bilinir ve bu değer korunur.
Temennim de bu projenin basında daha fazla yer alması.