“Yalandan farklı olarak, hayali gerçeklik, herkesin inandığı bir şeydir ve bu ortak inanç sürdüğü sürece hayali gerçeklik dünyada belli bir güce sahiptir.” Yuval Noah Harari’den çok beğendiğim bu alıntının yazımla pek bir ilgisi yok. Yine de hayali gerçeklere inanmak yerine gerçek yaşanmışlıklardan söz etmek daha içten geldi.
Gazetemizin son sayısında, ‘Kültür-Sanat’ sayfasında, eski bir dostumun, Jak Şalom’un adına rastladım. Haber, son yıllarda Boğaziçi Üniversitesinde sinema üzerine dersler veren gençlik arkadaşımın TESAK’ta, sinemanın 120 yıllık uzun yolculuğuna ilişkin olarak verdiği konferans hakkındaydı.
1960’lı yıllara ışınlandım. Sinematek yılları… 1965 yılında hayata geçen Türk Sinematek Derneği’nin kurucuları arasında, derneğin 10 yıl boyunca başkanlığını yapan rahmetli Şakir Eczacıbaşı, İngiliz Edebiyatı profesörü yazar Cevat Çapan, 1995 yılında, The Marmara Otelinin pastanesinde bomba patlaması sonucu yaşamını yitiren ve dönemin faili meçhul cinayet kurbanları arasında yer alan Onat Kutlar vardı. Jak Şalom ise Sinematek’in en aktif ilk üyelerindendi. Bu yıl Sinematek’in kuruluşunun 50. yılı nedeni ile İstanbul Modern’de özel bir etkinlik düzenlendi.
O yıllarda benim de aralarında bulunduğum on beş kadar genç Sinematek’in Beyoğlu, Mis sokaktaki merkezinde toplanır, 68 kuşağında yaygın olan düşünce doğrultusunda, ama tek bir farkla dünyayı silah değil, sinema yolu ile değiştirmenin hararetli tartışmalarını yapardık. Çok mu saftık, bilemiyorum? Oysa bu gençler 1 Mayıs 1969’da iki gencin polisin gözü önünde bıçaklanarak öldürüldüğü ‘Kanlı Pazar’ın belgeselini ve pek çok daha belgesel çektiler, Boğaziçi Üniversitesi Hisar Kısa Film Yarışmalarına katıldılar. Aralarından sinema dünyasında ünlenen sadece Erdem Kıral oldu.
Sinematek, ilk film gösterilerine Kurtuluş’taki Kervan Sinemasında başladı (Yılmaz Güney’i Perihan Savaş ile birlikte ilk kez bu gösterilerde gördüm), sonra gösteriler Sıraselviler Caddesinde sürdürüldü. Klasik Sovyet sineması, Fransız Yeni Dalgası, İtalyan Yeni Gerçekçilik akımı ile Türk izleyici bu salonlarda tanıştı. Godard, Visconti, Sergey Ayzenştayn, Orson Welles gibi nice ünlü sinema yönetmeninin yapıtlarını izlemek, sinema klasiklerini öğrenmek olanağını Sinematek sayesinde bulduk. Polonyalı bir Rus göçmeni olan Roman Polanski’nin ‘Sudaki Bıçak’ türünden filmleri, hatta Rusça alt yazılı Macarca bir filmi pek bir şey anlamadan seyretmeyi ve sevmeyi Sinematek’te öğrendik.
Düzenlediği açık oturumlar ve yayınladığı ‘Yeni Sinema’ dergisi ile önemli tartışmaların merkezinde yer alan bu kuruluş her türlü özgür düşünceden korkan 12 Eylül Darbesi’nin de hedefi oldu ve 1980 yılında faaliyetine son verildi. Jak Şalom ise Fransa’nın yolunu tuttu. 1936 yılında kurulan ve dünyadaki en önemli film arşivi sayılan, Fransız Cinémathèque’inin kurucusu Henri Langlois’nın yardımcısı olarak görev yüklendi. Kısa bir süre önce kırk yıldır görmediğim bu gençlik arkadaşımla buluşup geçmişi andık.
Ben ise o yıllarda Genç Sinema, Çağdaş Sinema, Gerçek Sinema dergilerinde yazılar yazdım. Bir ara genç yaşta yitirdiğimiz Yorgo Bozis dostum ile birlikte kendimi Genç Sinema dergisinin yönetiminde buldum. Bir gün Sinematek’in önünde beklerken ‘aydın’ olarak nitelendirebileceğimiz bir kişinin yanındakine bizi göstererek; “Sinemayı kurtarmak bunlara mı kalacaktı?” gibisinden kelime kelimesine hatırlayamadığım, ancak ‘gayrimüslim’ olduğumuzu dile getiren aşağılayıcı ve ayırımcı sözleri üzerine Yorgo bir-iki ay içinde Yunanistan’a göç etti. Ben de sinema sevgimi salt iyi bir izleyici olarak sürdürdüm.
Yorgo’nun Yunanistan’da uzun araştırmalar sonrası kaleme aldığı ve Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanan ‘Paris’ten Pera’ya Sinema ve Rum Sinemacılar’ kitabını ölümünden sonra eşi Sula Bozis tamamladı. Bu kitap hem 20. yüzyıl başında Pera yaşamı ile ilgili genel iklimi yansıtmakta, hem de Türk sinemasının kuruluşunda Rum sinemacıların ve salon sahiplerinin katkılarını aktarmaktadır. Türk sinemasının başlangıcında Rumların yer aldığını söyleyebiliriz. Bir de ilk gösterilerin Galatasaray’da yer alan Sponek Birahanesi’nde, Pathé’nin Türkiye temsilcisi Polonyalı bir Yahudi olan Sigmund Weinberg tarafından gerçekleştirildiği tezi ileri sürülmektedir.
Geçenlerde dışa kapalı, özel bir gösteride Şalom Gazetesi’nin de yapımcıları arasında yer aldığı, yönetmenliğini Eytan İpeker’in gerçekleştirdiği, Antalya Film Festivali’nde Kısa Film Seçkisi içinde yer alan ‘Dağınık Yatak’ filmini izlerken gençliğimde Türkiye’de sinema eğitimi veren tek bir kurumun bulunmadığı, bunun için yurt dışına gidildiği, 8 veya 16 mm.’lik ilkel kameralar sayesinde görüntülerin alındığı, kurgu masalarında veya film şeritlerinin el yordamı ile kesilerek montajlarının yapılmaya çalışıldığı dönemi düşündüm. Ancak günümüz koşulları ile karşılaştırdığımda beni temelden sarsan iki dönem arasında sanat anlayışındaki değişimdi…
Bu yazım ile sevgili dostum, sinema yazarımız Viktor Apalaçi’nin sınırlarına girdiğimin farkındayım. Ama onun Cannes anıları varsa benim de böylesi gençlik anılarım var. Af ola…