TÜRK SİNEMASININ İLK FİLMİ “Ayastefanos Rus Abidesinin Yıkılması”

Hemen bir açıklama ile konuya gireyim. Ayastefanos Yeşilköy’ün eski adıdır. Ama başlıktaki abide aslında Yeşilköy’de değil, biraz ötesindeki, bugün Şenlikköy dediğimiz yörede idi.

Sami AJİ Köşe Yazısı
16 Aralık 2015 Çarşamba

Hemen bir açıklama ile konuya gireyim. Ayastefanos Yeşilköy’ün eski adıdır. Ama başlıktaki abide aslında Yeşilköy’de değil, biraz ötesindeki, bugün Şenlikköy dediğimiz yörede idi.

Resimde gördüğünüz gibi, yapıt her ne kadar abide diye adlandırıldı ve anıldı ise aslında küçük bir Rus kilisesini anımsamakta. Ama kilise de değildir.

Peki, neyin nesidir? Veya ne idi? Niçin yapıldı, niçin yıkıldı ve yıkılırken niye filmi çekildi?

Tabiatıyla biraz geriye gitmemiz gerekecek. 1870’li yıllardan itibaren Rusya, özellikle Osmanlı İmparatorluğunun mali bakımdan karşılaştığı zorluklardan, Anadolu, Balkanlar ve Lübnan’da çıkan isyanlardan istifade ederek, etkisini arttırmaya ve milliyetçi akımları desteklemeye başlamıştı.

Yapılan tüm görüşmelere, batılıların önerdiği ve tertipledikleri tüm arabuluculuk çabalarına rağmen bir netice alınamayınca, 1877 yılında Ruslar aynı anda hem Kafkasya’dan, hem de Balkanlar üzerinden saldırıya geçti. Bir seneye yakın süren savaş sonucu Ruslar Ayastefanos’a kadar geldiler. İstanbul’u işgal etmelerine hiçbir engel yoktu. Ancak İngiltere gönderdiği ültimatomla Rus ordularını orada durdurdu ve Yeşilköy’deki köşkte ünlü Ayastefanos Antlaşması imzalandı.

Aradan 18 yıl geçtikten sonra Ruslar, savaş sırasında, özellikle Trakya’da verdikleri kayıpların mezarlarını tek bir yerde toplamak isteklerini zamanın padişahı 2. Abdülhamit’e ilettiler. Mezarlar muhtelif köy ve kasabalarda dağınık bir şekilde bulunmakta idi;  bakımları zordu ve tahribatlar önlenemiyordu.

Abdülhamit, hem insani nedenlerle hem de barışa yönelik bir atılım daha atmak düşüncesiyle, bu talebi kabul etti. Osmanlı’nın Rusya’ya ödemek zorunda olduğu savaş tazminatından düşülmesi kaydıyla tüm masrafları ödemeyi de taahhüt etti.

Rus mimarların üç sene içinde tasarlayıp inşa ettikleri bu küçük kilise benzeri anıt mezara tüm askerlerin kemikleri getirtilerek, 1898 yılı sonunda Grand Dük Nicolas’ın da katıldığı şaşaalı bir törenle gömüldü.

Aradan 16 sene daha geçti. Osmanlı artık Alman etkisi altına girmiş, Talat, Enver ve Cemal Paşa cuntasının yönetimi altındaydı. Kaybedilmiş bulunan tüm Osmanlı topraklarını geri alabilecekleri hayaliyle bu cunta, devleti 1. Dünya Savaşı’na soktu ve Rusya’ya harp ilan edildi.

O andan itibaren Ayastefanos Abidesinin de kaderi belli olmuştu. Nitekim 14 Kasım 1914’te, gönderilen bir birlik, yüklü miktarda dinamiti yapıya yerleştirerek havaya uçurdu. Tüm barış sembolleri ve ümitleri artık yok edilmişti.

Osmanlı ordusunda bugünkü anlamda ‘foto film merkezi’ açılalı bu olaydan birkaç ay evvel gerçekleşmişti. Bu merkezin kurucularından Fuat Uzkınay, muhtemelen aldığı emre uyarak bu yıkım olayını filme çekti. Bu filmin çekiliş tarihi, Türk sinemasının başlangıç tarihi olarak benimsendi ve ‘Ayastefanos Abidesinin Yıkılışı’ adı ile tescil edildi.

Kaderin şu garip tecellisine bakınız ki bu filmin kopyası saklanmadı. Hatta bazı kaynaklar böyle bir filmin asla çekilmediğini iddia etmektedir. Sadece yıllar sonra bir canlandırılması kurgulanmıştı.

Buraya kadar söylediklerimi özetlersem, ortada ne film, ne abide, ne de barış kalmıştı.

1917 yılında Çarlık Rusya’sı yıkıldı. Bir yıl sonra da Osmanlı İmparatorluğu Batılıların işgali altına girdi. Dengeler değişmişti. Yeni doğan Sovyetler Birliği, İstiklal Savaşımızın en büyük askeri ve mali destekçisi olduğu gibi, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında çeşitli sahalarda, ilmî, teknik ve kültürel yardımlarda bulundu1.

Bu destek ve yakınlığa, genç Türkiye Cumhuriyeti duyarsız kalamazdı. Bu yardımlara minnettarlığımızı simgelemek için Taksim Meydanındaki abideye2 iki Sovyet askerinin heykeli kondu: Biri General Mihail Frunze diğeri de Mareşal Voroşilov. Her ikisi de özellikle Kurtuluş Savaşımıza çok önemli mali, askeri ve stratejik yardımları ve eğitimleri organize etmişlerdi.

Bununla da yetinmedik. Mareşal Voroşilov, Cumhuriyetimizin 10. yıl kutlamalarına katılmak üzere Türkiye’ye geldiğinde İzmir’e de gidiyor. Bu ziyaretinin anısına, Kültür Parkı ile Cumhuriyet Bulvarını bağlayan caddeye ‘Voroşilov Bulvarı’ adı veriliyor.

Yine şu kaderin garip tecellisine bakınız ki, 2. Dünya Savaşı sonunda Sovyetler ile aramız bozulduğunda, Voroşilov Bulvarının adı ‘Plevne Bulvarı’ olarak değiştiriliyor. Böylece tekrar 1877/78 Rus Harbine dönmüş olduk. Çünkü ‘Plevne Müdafaası’3 bu harpte Ruslara karşı direnebildiğimiz tek cephe idi.

Yine genç emekliler hatırlayacaklardır: Rus salatasının adı, Soğuk Savaş döneminde aniden Amerikan salatasına dönüştü. Hâlâ aynı adla yemekteyiz.   

Ezcümle, temennim, neredeyse sınırsız doğal ve insan kaynaklarına sahip, muazzam bir coğrafyaya hükmeden bir devletle komşu olmanın avantajlarından istifade etmemizdir. Barış ve karşılıklı güvenin yeniden kurulması için her vasıtayı kullanalım: İster abide, ister heykel, ister cadde veya yiyecek olsun her imkânı deneyelim.

 

1 Bu yardımların yoğunluğu ve niteliği Sayın Cenk Şen’in ‘Stalin Döneminde Türkiye-Sovyet ilişkileri’ adlı yüksek lisans tezinde ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. (Süleyman Demirel Üniversitesi -2006)

2 Anıtın Sıraselviler Caddesine bakan cephesinde yer almaktadır.

3 Gazi Osman Paşa komutasındaki bu şanlı müdafaa, halkımız tarafından efsaneleştirilmiş muhtelif marş, türkü ve şiirlere konu olmuştur.