Geçtiğimiz pazar günü, Cumhuriyet tarihinde ilk kez kamuya açık bir alanda Hanuka kutlaması yapıldı. Yıllarca dünya başkentlerinde görüp imrendiğimiz bu coşkulu mum yakma geleneğinin, artık kendi ülkemizde de uygulandığı görmek, farklı din ve kültürlerin tanınması açısından oldukça anlamlı bir adımdı.
Her ne kadar tören Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenmiş de olsa, plan aşamasından, organizasyonun sorunsuz yürütülmesine dek Emniyet’in işbirliği ve hükümetin desteğinin hissedildiğini not etmek gerek.
Dolayısıyla, daha mum töreninin üzerinden birkaç saat geçmeden, Türkmenistan dönüşü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uçağından Türkiye - İsrail ilişkilerine atıfla yaptığı açıklamalar, bu jestin sadece azınlıklara saygılı bir Türkiye imajını parlatmakla kalmayıp, iki ülke aradaki buzları eritmeyi de amaçladığını ortaya koymuş oldu.
Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerin düzelmesinden tüm bölgenin kazançlı çıkacağını belirten Erdoğan’a cevap çok gecikmeden geldi. İsrail Dışişleri Direktörü Dore Gold, ertesi gün, İsrail’in de daima Türkiye ile istikrarlı bir ilişki sürdürmekten yana olduğunu ve bunun yollarını araştırdıklarını söyledi.
Bir süredir karşılıklı gidip gelen mesajlar, özellikle seçim sürecinden bu yana Tapınak Tepesi/El Aksa’daki olaylara rağmen, hükümetin İsrail’e karşı kontrollü bir dil ve üslup benimsemiş olması göz önüne alınırsa, iki ülke arasında ilişkilerin normalleşeceği yönünde umutlar yeşerdi, diyebiliriz. Ancak şeytan ayrıntıda gizlidir. Bu yakınlaşmanın ikinci bahar müjdelediğini söyleyerek, temenniyle öngörüyü karıştırmamak lazım. Neden mi?
Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan ilişkilerin normalleşmesi için 2010 Mavi Marmara olayı ardından ortaya konulan üç şartı yineliyor. Bu üç şart, İsrail tarafının özür dilemesi, Mavi Marmara mağdurlarına tazminat ödenmesi ve Gazze’deki ablukanın kaldırılması.
2013’te ABD Başkanı Barack Obama’nın arabuluculuğuyla özür dilenmişti. Tazminata gelince, maddi miktarlar üzerinde iki tarafın da anlaştığı ancak dosyanın onaylanmak üzere epeydir Başbakan Binyamin Netanyahu’nun masasında beklediği biliniyor. Yani bir ivme ile harekete geçilebilir. Ancak yolu tıkayan ambargo meselesi.
İsrail içinde ambargonun devam etmesinin, Gazze’de uzun dönemde güvenlik sorunu doğuracağı ve hatta IŞİD’in bu sefaletten kendine cihatçı çıkartabileceğinden tedirgin olanlar yok değil. Ama aynı İsrail içinde ambargonun kalkmasının daha büyük bir güvenlik boşluğu yaratacağını düşünenler de var. Hele son dönemde Kudüs’ten yayılan terör olayları tüm şiddetiyle devam ederken ve Hamas 3. İntifada çağrıları yaparken, İsrail’in Gazze’ye silah girişi kontrolünü sağlayan mekanizmalardan vazgeçmesini beklemek gerçekçi olmaz.
Nitekim Türkiye-İsrail arasındaki diyalogun bizzat içinde olan cemaatimize mensup Türk yetkili de ambargonun kaldırılmasına İsrail içinden büyük tepki oluşacağını, bunun yerine birtakım ara formüller geliştirilmeye çalışıldığını söyledi. Örneğin, Gazze’de balıkçıların avlanma sahasının genişletilmesi gibi. Sınır geçişlerinde kontroller eskiye nazaran bir hayli gevşetilmiş durumda. Kaldı ki ambargo meselesinin çözümü yalnızca İsrail’i değil, Mısır’ı da kapsıyor ve Türkiye’nin Mısır ile ilişkileri malum.
Öte yandan, Türkiye’yi İsrail’le yakınlaşmaya iten bölgesel faktörleri doğru değerlendirmek gerek. İran’ın yükselişi, IŞİD’le mücadele ve enerji işbirliği gibi konular düşünüldüğünde ilişkilerin normalleşmesinden iki ülke de kazançlı çıkacaktır. Ancak durum Türkiye için biraz daha öncelik taşıyor.
İsrail Arap ülkeleri ve hatta Suriye’ye inen Rusya dahil olmak üzere bölge ülkeleriyle ilişkilerinde dengeli bir çizgi izlerken, Türkiye çevresindeki ülkelerin büyük çoğunluğuyla ihtilaflı. Son olarak bu ülkelere Rusya da katıldı. Türkiye’nin İsrail’e yaklaşmasının ardında Rusya’nın uygulayacağı ekonomik yaptırımların telafisi dışında, Akdeniz’de giderek belirginleşen Rusya-Kıbrıs-Mısır eksenini dengelemek hesabı yatıyor.
İlişkilerin düzelmesi Türkiye’nin bölgesel yalnızlığını azaltıp, lobilerin desteğiyle ABD ile olası pürüzleri yumuşatacağı gibi, Türkiye - Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ve İsrail arasında süregelen petrol ticaretine de daha meşru bir çerçeve kazandıracaktır.
İki ülke arasında bağların onarılması için gösterilen siyasi irade devam ettiği takdirde, yakın zamanda diplomatik temsilin yeniden büyükelçilik düzeyine yükseltilmesi bekleniyor.
Ancak ilişkilerin sağlam bir zemine oturması, karşılıklı beklentilerin daha gerçekçi tanımlanmasına bağlı. Türk tarafının yinelediği ambargonun kaldırılması talebinin İsrail’de bugün için karşılığı görünmüyor.
Bu bakımdan konuyla ilgili görüştüğüm İsrail Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı Alon Liel’in sözlerine kulak verelim: “İsrail-Türkiye arasında olası bir détente ya da bahar söylentileri elbette bizim de kulağımıza geldi. Ancak iki ülke arasında ilişkilerin özünde bir düzelme olacağına inanmıyorum. Bence iki ülke de gaz konusunu ayrı ve öncelikli tutarak müzakere etmeli. Türkiye’nin gaza ihtiyacı var, İsrail’in de ihracat yapmaya.”