Geçtiğimiz pazar günü Fransa’da yapılan ikinci tur yerel seçimlerinde yedi bölgeyi Cumhuriyetçiler, beş bölgeyi de hükümette bulunan Sosyalistler kazandı. İlk turda büyük başarı kazanan aşırı sağcı Ulusal Cephe hiç bir bölgenin başına geçemedi. Yine ilk turda üçüncü geldikleri için-oyları bölmemek adına- iki bölgede yarıştan çekilme kararı alan Sosyalist adaylar seçmenlerine Cumhuriyetçileri destekleme tavsiyesinde bulundular. Böylelikle ülke tarihinde ilk kez yerel meclislerde temsil edilmemeyi de göze aldılar. Seçmen mesajı iyi okudu ve oyunu ülkenin yararını gözeterek kullandı. Özellikle kuzeyde Marine Le Pen’in bizzat aday olduğu Nord-Pas-de-Calais- Picardie bölgesinde ve güneyde yeğeni Marion Maréchal-Le Pen’in aday olduğu Nice şehrini de içine alan PACA bölgesinde halk aşırı sağcılara geçit vermedi, Le Pen’e karşı oluşturulan blok işe yaradı. Tehlike tamamen geçmiş değil ama şimdilik Fransa rahat bir nefes aldı. Çok derin ders alınması gereken bu demokrasi/cumhuriyet örneği karşısında ülke bütünlüğünü herşeyin üzerinde değerlendiren Fransız halkına şapka çıkartıyorum.
Paris’te 130 kişinin ölümü, tedavisi halen devam eden 60 kişinin de içinde bulunduğu yüzlerce insanın yaralanmasına neden olan 13 Kasım terör saldırılarının üzerinden bir ay geçti. Olaydan iki hafta sonra yapılan anma töreninde hayatını kaybedenlerin fotoğraflarının gösterilerek adlarının ve yaşlarının tek tek okunması halen kulaklarımdan gitmiyor. İnsan bir sayıdan ibaret değil. Her insan özel, her insan bir hayat… Konu gündemden düşmedi ama başlıkların alt sıralarına geriledi. Taranan cafelerin bir kısmı tekrar açıldı, binlerce insanın bıraktığı çiçekler, mesajlar, mumlar toplandı, anma törenleri yapıldı. Günlük hayat koşturmasına yavaş yavaş geri dönüldü. Metrolar dolmaya, insanlar teraslarda inadına oturmaya, tiyatroseverler salonlara geri dönmeye başladı. Kültür Bakanlığı ‘sanatsız, kültürsüz, sporsuz bir Paris düşünülemez’ dedi, mekanların zararlarını karşılamak için 3 milyon Euro’luk fon aktardı.
30 Kasım-11 Aralık tarihleri arasında Le Bourget’de gerçekleştirilen COP21 İklim Zirvesi sonucunda katılımcı 195 ülke ortak kararlara imza attılar. İyileşmeleri çok kısa vadede göremeyeceğiz ama Ekoloji Bakanı Ségolène Royal’in de altını çizdiği gibi “Herşeyi negatif görmemek lazım, umut verici epey yol katedildi.”
“İyi güzel de, son dönemde Fransa gündeminden bahsediyorsun ama yazının başlığındaki portakal ne âlâka?” diyenleriniz vardır mutlaka. Artık sözü portakala bırakalım 2015 yılının bu son Paris Esintisi’nde... Şu bildiğimiz parlak turuncu renkli, tatlı, sulu meyve, Noel’in sembolü portakal… Büyükannelerin, büyükbabaların torunlarına “Bizim zamanımızda Noel Baba’dan öyle 7-8 hediye istemezdik, bir portakalla yetinirdik” dedikleri meyveden…
Fransa’nın en çok tüketilen ikinci meyvesi portakal nasıl bu kadar popüler ve büyüleyici bir yiyecek olmuştur? Portakalın manav tezgahlarına varmasının kolaylaşması ve hızlanması ancak 20. yüzyılın ikinci yarısını bulur. Fransa Kralı XIV.Louis’nin çok sevdiği portakal o yıllarda geniş halk kitlelerine ulaşıp demokratikleşir. Geçmişte portakal o kadar az bulunan ve o kadar pahallı bir meyveymiş ki sadece saray erkanı ve aristokratlar Noel için çocuklarına hediye edebilirlermiş, halk ise kuru meyvelerle idare edermiş. Sonraki yıllarda geceyarısı düzenlenen Noel ayini ertesi eve dönüldüğünde çocuklar çam ağacının altında bir portakal bulmaya başlamışlar. Bütün bir yıl dört gözle bekledikleri portakalı…Geçenlerde bir sofra etrafında buluştuğumuz dostlarımızdan 1924 doğumlu Albert torunlarına babasının aileye bir portakal almak için nasıl çırpındığını anlatmıştı: “O gece bıçağımızla nasıl özenle keser, her bir dilimin yavaşça ağzımızda erimesinin keyfini çıkarırdık” derken gözleri dalmıştı. Geçmiş, anılar, paylaşımlar, az’ın değerli olduğu, az’ın daha çok olduğu dönemler… Zamanla portakalın yanına başka meyveler, sonraları hediyeler eklendi ama 1960’larda halen bir çok ev için portakal Noel’in sembol hediyesi olmayı sürdürdü. “Kimi zaman portakal ipek kağıtlara sarılı gelirdi, o kağıtlar o kadar güzel kokardı ki atmaz, saklardık” diyor 80’lerinde bir başka davetli. 50 yaşlarında davetliler de çocukluklarında okullarda portakal hediye edildiğini anımsıyorlardı.
Geçmiş nesillere verdiği keyfin ve mutluluğun mirasçısı olarak bugün portakalı ördekle pişiriyor, kimi zaman ağır bir yemek ertesi sindirim için yiyoruz. Romla karıştırıyor, keklere-tatlılara katıyor, reçelini, şekerlemesini yapıyoruz. Üstüne karanfil taneleri batırıp dolap raflarımıza koyuyor, o güzel kokusunun gücüne inanıyoruz. Portakal esansının anksiyeteye karşı güçlü bir etkisi olduğu da ispat edilmiş. Ve yine portakal bir çok Fransızın evinde halen çam ağacının altındaki yerini koruyor.
İnanan da, inanmayan da, dini bayram olarak kutlayan da, sadece büyülü atmosferinden keyif alan da, Noel ve yılbaşı çoğu Fransızın birkaç saatliğine ‘çocuk ruhu’na döndüğü bir zaman dilimi. Pompalanan tüketim ekonomisine karşı olanlarımız varsa da hediyesini açarken gözleri parlayan bir çocuğun mutluluğunu çalmak niye? Bir oyuncak araba, bir Barbie bebek, bir bilgisayar oyunu… Üstelik bu dönemde harcanan paranın tüm yıl haneye bolluk getireceğine de inanılıyor! Eminim ki, hepimizin hayatında unutmadığı özel bir ‘hediye anısı’ vardır. En pahallı, en moda, en popüler hediye değildir o. Hediye verenin hediye alanın kalbine dokunabildiği AN’dır.
Eski yılı uğurlamak, yenisine kucak açmak, yaşam defterlerimizde yeni bir sayfa açmak… Bembeyaz, lekesiz, yeni bir başlangıç… Güzel duygularla, umutla, dostlukla, sevgiyle, neşeyle, şükranla, aileyle, dostlarla, birlikte olmanın verdiği mutlulukla, bunu birbirimize ifade ederek, kucaklaşarak, öpüşerek…
2016 HOŞGELSİN. Gönüllerden geçtiği gibi umut dolu gelsin. Sıcak sohbetler, neşeli sabahlar, iyi haberler, bereketli sofralar getirsin. Başyazarımız sevgili İvo Molinas’ın ön ayak olduğu, 13 Aralık akşamı Ortaköy Meydanında yaşanan o İLK gibi… İçimizi ısıtan Hanukah mumlarının ışıkları gibi… Hayal etmeye ve mucizelere inanmaya devam edelim. Tabii ki, her yılsonunda dediğimiz gibi ‘söylenecekler hiç tükenmesin ki’ çiziktirmeyi ve siz sevgili okuyucularımızla buluşmayı sürdürebilelim..