Patti Smith’in M Treni adlı kitabı şu sözlerle başlıyor: “Hiçbir şey hakkında yazmak o kadar da kolay değildir.” İlerleyen sayfalarda bu sözleri birkaç kez yineliyor. Bir yazarın anlattığı anılar, onun düşleri, hayalleri, düşündükleri olunca, bir kitap oylumu içinde satırlara dökülen, hiçbir şey yazmak mıdır? Değil, elbette! Yoksa bu uğraşa soyunmuş her birimiz, hiçbir şey hakkında yazmak için çaba harcıyor olurduk. Ayrıca Patti Smith’in kitabını okurken, her sözü birikimlerinin tortusuyla ve bilinçli olarak kaleme aldığını görebiliyorum. Sayfalar boyunca elinden hiç düşmeyen kahve bardağıyla, günlük yaşamın ayrıntılarını, düşlemlerini, ilgi duyduğu sanatçıları içtenlikle anlatıyor. Yaşadığını yazıyor, yazdığını yaşıyor! Anlara odaklı, farkındalıkla…
Kitabı bir yana bıraktığımda, nasılsa aklımda kalmış bir Zen şiirini anımsadım:
“Yürürken yalnızca yürü, / Otururken yalnızca otur. / Bunların dışında, / Sakın sallanıp durma.”
Aslında çok yalın ve açık bir şiir… Belki bunu okuyan birçoğumuz, bu nasıl bir şiir diyerek dudak bükecek, üstünde durmayacaktır; oysa ben bu dizelerde, okuduğum, bildiğim tüm Zen öğretisini görebiliyorum: Yoğunlaşma, odaklanma, farkındalık… Nitekim bir konuşma sırasında dinleyicilerden biri, Zen Usta’sından bu öğretiyi açıklamasını istediğinde, kısaca şöyle söylemiş: “Acıkınca yemek yiyorum, uykum gelince de uyuyorum!”
Düşünürsek, verilen bu yalın yanıtın içinde tüm bir yaşam felsefesini bulabildiğimiz gibi, sağlıklı bir insandan söz edildiğini düşünebiliriz. Beden kadar ruhun da acıkabileceğini ve onu doyurmamız gerektiğini, uyumanın da ancak bir dinginlik ve huzur ortamı içinde gerçekleşebileceğini anlayabilir, bu eylemlerde bir farkındalık unsurunun bulunduğunu ayrıca söyleyebiliriz.
Belki en büyük yanılgımız, yaşamın yalın gerçeklerini karmaşık bir sorun olarak algılamamızdan kaynaklanıyor. Zen öğretisi bize bunu en yalın şekliyle sunuyor, anlamamıza katkıda bulunuyor. Kuşku yok ki, günlük yaşam içerisinde tutkularımız hiç eksilmiyor. Maddesel isteklerimizi bir yana bırakalım. En azından bu yaşamı huzurlu ve mutlu geçirmeyi hedeflemişsek, bunun altyapısını yine kendimiz hazırlamak zorundayız. Bu, anlamakta zorlandığımız bir İzafiyet Teorisinin denklemi değil, günlük yaşamın farkındalığını gösteren yalın unsurlardır.
İzafiyet denince, aklıma Einstein’ın bir gazeteciye verdiği yanıt geldi. Gazeteci, “Bana bu teoriyi açıklayabilir misiniz?” diye sormuş. Ünlü düşünür ona bir soruyla karşılık vermiş: “Siz bana omletin nasıl yapıldığını açıklayabilir misiniz?” Şaşıran gazeteci, elbette ki bunu açıklayabileceğini söylediğinde, Einstein: “Tamam açıklayın öyleyse, ama yumurtanın, tavanın, yağın ve ocağın ne olduğunu bilmediğimi var sayın!” demiş.
İster Patti Smith’in yaşantısından, ister Zen öğretisinden, istersek İzafiyet Teorisi’nden söz edelim. Her biri, birbirinden farklı alanlar; oysa ben tümünde, aynı noktada buluşabileceğimizi sanıyorum. Şöyle ki:
Her konuda ve yaşantımızın her döneminde, ancak bilgi ve birikimlerimiz doğrultusunda nesneleri, düşünceleri, kısacası tüm hayatı anlamaya çalışıyor, onlara yeni anlamlar katıyoruz. Önemli olan bu altyapıyı oluşturmak!