Evet, utanç içindeyim. Anlama ve dinleme yetisini kaybetmiş, sadece önyargılarına ve egolarına teslim olmuş yığınlar hayatımızı iyice tahakküm altına almış durumda. Yeni yılda da seyirciyi oynamaya devam mı edeceğiz?
Yeni yıl dilekleri ile süslü naif söylemlerden, içi doldurulmamış ütopik umutlarla bezenmiş yazılardan kategorik olarak kaçıyorum. Zira, artık çok iyi biliyorum ki, bu evrende her şey evrim geçirirken, bir tek insanoğlunun doğası bir türlü yenilenemiyor, evrimleşemiyor…
Etrafımızdaki, birbirlerini dinlemeyen, daha doğrusu dinlemeye tahammülü olmayan, kendi egolarının küçücük mahpushanelerinin içinde volta atmaktan başka bir çıkış yolu aramayan, her şeyin bedelini bilip de hiç bir şeyin değerini bilmeden hasbelkader yaşayan yığınlar asabımı bozuyor. Ve işin en trajik görüntüsü de bu kof yoğunluğun içinde kaybolmamak, asimile olmamak için verdiğiniz büyük uğraşın yarattığı gel-gitlerin, travmatik zamanların ruhsal ve zihinsel tahribatı oluyor.
Evet, utanç içindeyim. Tanrı’nın büyük bir zorlukla yarattığı Adem ile Havva’nın nesilleri böyle mi olacaktı? Anlama yetisi yok, dinleme yetisi yok. Sadece önyargılar var, ego var ve de en korkuncu, sırtını güce dayayanların zorbalığı var. Sinek ezmek istercesine gözlerinize bakanlar var. Sokakta gördüğünüz en temel kural ihlaline karşı yaptığınız en ufak itirazınız yüzünden size şiddet uygulamaya hazır sözde insanlar var.
Bütün yüce duygular, insani dokunuşlar gasp edilmiş durumda insanoğlunda. Çürümüşlük sadece beynimizi değil, giderek sevginin kök saldığı yüreğimizi de sarmış durumda. Tanrı bunun için yaratmadı insanoğlunu. Onun yaratılış projesinde bu kadar tahribata uğramış bir yapı yoktu büyük ihtimalle. Evet, n’oldu bize, bizlere? Bizi kim ve ne böyle yaptı?
Teknolojinin bize armağan ettiği şimşek hızındaki iletişim modellerine rağmen, dakikada onlarca konuşmaya, birlikteliğe rağmen, günde sayısız dokunuşlara ve onca sevişmelere rağmen insan birbirine değemez hale gelmişse eğer, bu hezimeti nasıl karşılayacağız? Bu hastalığı nasıl tedavi edeceğiz?
Felsefenin başlangıç noktası olan ‘neden varız’ı, ‘neden böyleyiz’e çevirmenin zamanı geldi de geçiyor. Topyekûn yeni bir yok oluşa doğru hızla sürüklenirken çarpacağımız duvarın sertliğinin öncekilerden çok daha büyük bir yıkıma neden olacağını görmek istemenin zamanı gelmiştir beyler, bayanlar.
Hayır, bir azınlık düşündükçe acı çekerken, koca bir çoğunluk kendi gettolarında sadece gününü yaşamamalı artık. Toplu bir mücadele etmenin zamanıdır beyhude olsa da. Düşündükleri için, bu gidişatı dert ettikleri için mutsuzluk sisinden çıkamayanlara o sisin varlığından bihaber olanlar uyanarak omuz vermelidirler tez elden artık.
Hikâyenin hazin sonunda, düşündükleri için ıstırap çekenler haklı çıkacaklar, yoksa. Çıkmasınlar. Çıkmamaları için de empatiyle başlasınlar yardıma uykudaki yığınlar. Taviz versinler o sert egolarından. Dayanışma içine girsinler o duyarlı, o düşünmeyi her türlü ‘güzel’ hayat vaatlerine karşın elden bırakmayanlarla.
Yoksa, halimiz perişan olacak yine ve yeniden. Tarih tüm görkemiyle yazıyor zaten.
Kaçınılmaz kaderin ters akması için hep birlikte bir el vermek lazım ey son güzel insanlar. Aksi takdirde, hepimiz o depremin altında yitip gideceğiz.
Tehlikenin farkında değil misiniz hâlâ?
Her bir uyanış, her bir itiraz okyanustaki bir damlanın tesirinden çok daha büyük olacaktır. Böyle biline.
2016, en azından felaket öncesi farkındalığımızı arttıracağımız günlere gebe olsun.
Başka bir dileğim varsa namert olayım.