‘İstanbul, seni hiç terk etmedim ki…’ Yıllar önce okuyup, çok beğendiğim bir otobiyografi. Belki de anlatının bir bölümü çocukluğumdan bir kesit ve bildik mekânlardan oluştuğu için kendimi içinde buldum.
Kitabın tanıtımından kısa bir bölüm: (...) Yaşamını halen Lüksemburg’da sürdüren Anatoli Tolya Filiz; kışları Ayaspaşa’da, yazları Büyükada’da geçen çocukluk yıllarının özlemini, daha sonra gittiği Kongo deneyimlerini akıcı bir dille kaleme aldı.
(…) Tolya on yaşında iken mavi gözlü Lüset Bayar’a âşık oldu.
***
Lüset Bayar’ı sadece ‘mavi gözlü’, ya da Romy Schneider’in bir eşi olarak tanımlamak yeterli değil.
Gerçekten insana iç geçirtecek kadar duru bir güzelliği vardı. Ama onun yanı sıra pırıl pırıl bir zihne sahipti. Güzel sanatların her dalıyla ilgilenir; sinema, konser, ne varsa izlerdi. Hepsinden öte iyi bir dost ve arkadaş canlısıydı.
Uzun yıllar Vakko stilisti olarak çalıştıktan sonra emekliliğinde, en büyük tutkularından biri seyahatti. İşte böyle bir dönemde Şalom’da yazı yazmaya başladı. Gezi anılarını kaleme aldı. Yazısını teslim etmek için gazeteye her gelişinde bir lise öğrencisi gibi heyecanlı olurdu.
Bir selamdan ibaret olan tanışıklığımız zamanla dostluğa dönüştü. Sonra anımsamadığım bir nedenle yazılarına ara verdi.
Bir gün dayanamayıp takıldım, ‘İstanbul seni hiç terk etmedim ki’ adlı kitabın yazarı, on yaşındayken sana âşık olmuş, ne diyorsun?’
‘Doğrusu hatırlamıyorum, çocukluk işte’ şeklinde yanıtlamıştı.
Lüset Bayar’ı son gördüğümde hastane kapısındaydı. Geriden geliyordum. Bir an başını çevirdi, baktı ve içeri girdi. Belki de o değildi. Arkasından koşacak cesareti bulamadım. Ya, o idiyse…
Lüset şeytanın bacağını kıramadı. Kısa bir süre sonra, günümüz için genç denecek yaşta hayatını kaybetti. Mekânı cennet olsun.
***
Artık karşılaştığım insanlara, ‘Görüşelim, buluşalım’ demek istemiyorum. Gerçekten görüşmek istiyorsam, ‘Ne zaman veya hangi gün’ deyip sabitlemek istiyorum. Zaman acımasızca hızla akıp gidiyor. İçimde, ‘Ah keşke’ler kalsın istemiyorum.