Mademki takvim yılının son haftasına denk geldim, hafif bir konuda felsefe yapmayı düşünüyorum. Zira yıl sonu kutlamalarını çok seven bir topluluk olarak yoğun günler geçiriyoruz. Başlayalım. Kafama takılan bir şeydir bu. Duygusal yakınlık, kadercilikle açıklanabilir mi? İnsanlar yalnızlıktan şikayet ederken ve onlarca kişinin kağıt üzerindeki duruşu ve meziyetleri kusursuz iken kimin kime ilgi duyacağını ne belirliyor? Örneğin, bir uçak yolculuğunda yan yana oturan iki yolcu veya herhangi bir bekleme salonunda karşı karşıya zaman dolduran iki kişi birbirlerine tutulursa bunu yazgı ile açıklamak doğru mudur? Aslında bilgisayar tarafından yer atanan bir dünyada bunu yazgı olarak açıklamak zor ama birkaç bakış açısına değineyim.
Önce Occam’ın Usturası prensibi ile başlayalım. Bu prensibe göre mümkün olan en basit açıklamayla işe başlayıp, bu yetersiz kaldığında daha karmaşık olana geçilir. Örneğin başımıza kuş pisleyince sebep olarak, a) büyük bir talihin gelmekte olduğu ile ilgili ilahi bir sinyal almış olduğumuzu varsayabiliriz veya b) o anda pisleme ihtiyacı olan bir kuşun altından geçiyorduk. Occam’ın Usturası prensibine göre ikincisi kabul edilir. Uçakta yanımızda oturan kişiye aşık olmamız, a) Tanrı, 250 yolcudan bu ikisini yan yana getirmeyi seçti veya b) Güneş ile Mars’ın birbirine olan açısı bu buluşmayı olumladı c) Yanımızda oturan kişi, bizim evvelce kafamızda kurduğumuz bir hayale uygun olduğu için dikkatimizi çekti gibi üç açıklamadan sonuncuyu seçerdi. Zira aslında her gün pek çok kişi ile yan yana düşüyoruz, ancak hepsini de Tanrı’nın çöpçatanlığı olarak veya gezegenlerin dizilişi olarak takdir etmiyoruz.
Gelin bir de fatalistlerin bakış açısına bakalım.
Fatalizm, tüm eylemlerin evrendeki yasaların boyunduruğunda olduğunu vurgulayan bir felsefe. Yapmakta olduğumuz şeyden başka bir şeyi yapmaya gücümüzün olmadığı görüşü. Buna göre, insanın kendi eylemlerini belirlemeye gücü yetmez. Bu da kaçınılmaz olaylara karşı boş vermişlik benzeri bir tutum getirir. Yani zaten kime aşık olacağımız yazgımızda var, yanımızda kimin oturduğu ile ilgilenmemiz bile gereksiz. Eğer yanımızdakine aşık olduysak bu da yazgının yönlendirmesidir.
Yahudi inanışına göre ise eylemler özgürdür, ancak önceden belirlenmiş bir sonuca doğru işler. Yani tek seçenekli bir dünya yok, çok seçenekli ve insan kararları ile şekillenen dünyalar var. Tanrı, pek çok seçenekten hangisinin seçileceğini biliyor, ama başka pek çok seçenek olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Yan yana düşüp aşık olan iki kişi gibi tesadüfler, tek dünya olsaydı o uçağın tek uçak, o koltuğun tek koltuk olduğunu düşündürürdü. Halbuki insanlar özgür seçimlerle dünyasını belirliyor. Bu inanç, bana uzlaşmacı fatalizm gibi geliyor. Sonuca özgür kararlarımızla ulaşıyoruz. Zaten Einstein’a sorarsanız “Tesadüfler Tanrı’nın anonim kalma üslubudur” diyecektir.
Benim felsefem ise şu. Romantik bir kıvılcım çakması için insanın ruh halinin etraftaki uyarıları algılayacak kıvamda olması gerekir. O duruma gelmesini yazgı olarak addetmek zor, çünkü uzun bir süreç gerektiriyor. O kıvama geldikten sonra yan koltukta kim oturduğu ile ilgili bir tesadüfe ve kadere inanmak sevimli bir düşünce. Ruh halini hazırlamakla başlar her şey…