Babalar ve oğullar

“Hayatta ben en çok babamı sevdim. / Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk / Çarpık bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek / Nasıl koşarsa ardından bir devin, / O çapkın babamı ben öyle sevdim.”

Avram VENTURA Köşe Yazısı
30 Aralık 2015 Çarşamba

 

Baba-oğul, anne-kız ilişkileri günlük yaşamın içinde olduğu kadar, edebiyat alanında da her zaman öne çıkan bir konu olmuştur. Nitekim klasikler arasında yer alan Turgenyev’in Babalar ve Oğullar adlı romanı yıllardır güncelliğini korumaktadır. Çoğu yazarın da yaşamında etkili olmuş bu ilişkiler, yazdıkları öykü ya da romanların kurgularında yer almıştır. Yazarın yaşamındaki ayrıntıları bilmediğimiz sürece, ailesi içinde geçen bu tür olayları, ancak yazdığı bir öykünün akışı içerisinde değerlendirebiliriz; oysa anı, günce ya da mektuplarında, bu konuyla ilgili bulacağımız bilgiler, sanatçı hakkında daha sağlam yargılara ulaşmamızı sağlamaktadır.

Uzun zaman önce yayımlanmış olmasına karşın, her nedense Franz Kafka’nın Babaya Mektup kitabını yeni okudum. Adından da anlaşılacağı gibi bu kitap, ünlü yazarın babasına yazdığı uzun bir mektubu içeriyor, ancak açıklamalarda bu metnin alıcısına hiç ulaşmadığını öğreniyoruz. Bir okuyucu olarak, sevdiğim bir yazarı tanıma, yaşantısına ışık tutma açısından, bu mektup önemli bir belge niteliğindedir. Baştan sona söyledikleriyle, çekişmeli ve gergin geçen baba-oğul ilişkisinin, yazarın tüm yaşamını nasıl etkilediği ortaya çıkmış oluyor. Sonra da bu etkinin romanlarına nasıl yansıdığını anlayabiliyoruz. Mektup şu sözlerle başlıyor:

“Çok sevgili baba. Geçenlerde bir kez, senden korktuğumu öne sürmemin nedenini sormuştun. Genellikle olduğu gibi, verecek hiçbir cevap bulamadım, kısmen tam da sana karşı duyduğum bir korku yüzünden, kısmen de bu korkuyu gerekçelendirmek üzere, konuşurken toparlayabileceğimden çok daha fazla ayrıntı gerektiği için. Ve şimdi burada sana yazılı bir cevap vermeyi deniyor olsam da, bu fazlasıyla eksik kalacaktır, çünkü bu korku ve onun etkileri senin karşında yazarken de ket vuruyor bana ve dahası meselenin büyüklüğü, hafızamın ve aklımın sınırlarını çok aşıyor.”

Kafka, bu mektupta babasının kişiliğinden, kendi üstündeki ağırlıklı etkisinden, yaşadıkları çatışmalardan, ona açıkça yönelttiği suçlamalardan ayrıntılarla söz eder. Ayrıca sürekli yaptığı eleştirilerin, ezici davranışların yaşamını ne denli kararttığını açıklar.

Babaya Mektup, her ne kadar yazınsal bir metin olarak ele alınabilirse de, kendi aile ilişkilerimizi değerlendirme açısından da önemli bir belgedir. Bir babanın oğlunu yetiştirmede gösterdiği yaklaşımın etkilerini bu ünlü yazar örneğinde görebiliyoruz. Belki kimimizin önce bir oğul, sonra bir baba olarak yaşadığı, belki de dile getiremediğimiz duygu ve düşünceleri Kafka’nın kaleminden okumak, doğrusu hem keyifli hem de yararlı oluyor.

Bu satırları yazarken Can Yücel’in, Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim şiirini anımsadım. İlk dizeleri şöyle:

“Hayatta ben en çok babamı sevdim. / Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk / Çarpık bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek / Nasıl koşarsa ardından bir devin, / O çapkın babamı ben öyle sevdim.”

Dönemin Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel’e, oğlunun yazdığı sevgi dolu bu şiir, Kafka’nın mektubuna güzel bir karşıtlık örneği olarak gösterilebilir.

Hangi yaşta istersek olalım, yaşadığımız baba-oğul ya da ana-kız ilişkilerinin izleri, olumlu ya da olumsuz anılarıyla birlikte, her zaman kendini duyumsatıyor. Aramızdan ayrılmış olsalar bile…