Geçen hafta ilk defa yeni bir dizi seyretmeye karar verdim. İlk defa dediysem tabii ki seyrettiğim ilk dizi değil. İki senedir zevkime göre dizi bulamadığımdan, reklamlarla birlikte en az üç saat süren yerli dizilere bağlanmak benim için zor. Sevmediği bir dersi zorla dinlemek zorunda olan ve sıkıntıdan defter kenarlarına çiçekler çizmeye başlayan bir okul çocuğu gibi, konsantrasyonum hemen başka bir şeye kayabiliyor. Beni üç saat ekrana bağlamak, her dizinin harcı değil.
Eski oynadığı diziden dolayı çok sevdiğim bir kadın oyuncunun yıllar sonra yeni bir dizi çektiğini duyunca, dizisine bir şans vermek istedim. Yakışıklı bir rol arkadaşı, Fransa’da bir sahil kasabası, araya serpiştirilmiş Fransızca konuşmalar, Karadeniz’de yapılan çekimler ve bir dizide en sevdiğim unsurlar; aşk, tutku ve entrika bu dizide mevcut. İlk bölümünü de keyifle seyrettim. Diziyi sevdim. İnsanın suratını özlediği, birkaç yıl ekrandan uzak kalan bir oyuncuyu seyretmesi keyifli. Ancak problem ilk bölümden sonra başlıyor. İlk bölüm bittikten sonra aynı saniye o bölümün tekrarı televizyonunuzda beliriyor. İlk bölümün tanıtımı için, o saatte kaçıranların geç saatte seyretmesi galiba televizyonculukta önemli. Bu uygulama sadece bu dizide değil, neredeyse tüm yeni başlayan dizilerde görülüyor. İlk günü de geçtikten sonra beğenmiş olduğunuz dizi neredeyse her gece, ya da farklı saatlerde karşınıza çıkıyor. O kadar fazla çıkıyor ki, sevmiş olduğunuz dizi karşınıza çıkacak diye korkmaya başlıyorsunuz.
***
Aynı şekilde reklamcılıkta da marka bilinirliğini güçlendirmek için tekrar ve tabii ki reklamın görülme oranı önemli. Reklamın hem akılda kalıcı bir reklam olması, hem de ardından “ne reklamı idi?” gibi soruların sorulmaması gerekiyor. Marka adı hatırlanmaz ise, hangi kuşakta yayınlanırsa yayınlansın servete yakın reklam paraları boşa gidiyor. Ancak burada da, gereğinden fazla yayın bıktırmaya sebep oluyor. Geçtiğimiz hafta grip olduğumdan ve neticesinde normalden oldukça fazla televizyon seyrettiğimden olsa gerek, televizyonda bir tane daha kirli banyo veya kireçli çamaşır makinesi görmek istemiyorum.
***
Bıktırma konusunda televizyon kişinin sınırlarını zorlasa da, kimse sosyal medyanın eline su dökemiyor. ‘Fazla paylaşım’ bazı sosyal medya kullanıcıları için bir yaşam şekli. Sattığı ürünlerle bıktıran, bebeğinin resimleriyle bıktıran, özel hayatlıyla bıktıran bıktırana… Yine de sosyal medyayı seviyorum; bıktığını çaktırmadan, arkadaşlıktan da çıkarmadan takipten çıkarma seçeneği var. Yani bir nevi susturma şansı… Gerçek hayatta durmaksızın dertleriyle veya aşırı mutluluğuyla fazla paylaşım yapan birini kalbini kırmadan, bir tıkla susturma şansınız olsaydı ne yapardınız?