Kim bilir kaç kez “bu defa son, bir daha onu görmem” diye karar aldım. Ona, Bıyıklı diyorlar. Kafama takıp, beni uykusuz bırakan hikayelerini saymıyorum bile! İşte bu yüzden ne Galata’ya inmek, ne de o dedikoducuyu görmek istiyorum! Ama bir hafta gitmesem, ertesi hafta o benim pencereme tıklatıyor. Kendimi öylesine bağımlı hissettiğim anlar var ki, içimde nefretle karışık bir merak uyanıyor.
Kim bilir kaç kez “bu defa son, bir daha onu görmem” diye karar aldım. Ona, Bıyıklı diyorlar. Kafama takıp, beni uykusuz bırakan hikayelerini saymıyorum bile! İşte bu yüzden ne Galata’ya inmek, ne de o dedikoducuyu görmek istiyorum! Ama bir hafta gitmesem, ertesi hafta o benim pencereme tıklatıyor. Kendimi öylesine bağımlı hissettiğim anlar var ki, içimde nefretle karışık bir merak uyanıyor.
Ama bu kez kararlıydım. Artık görüşmek istemediğimi yüzüne bile söyledim. Ciddiye almış görünmedi. Önüne ne koyduysam yedi ve başladı yine anlatmaya…
Sıkıntılı bir akşamüstünde yazacak tek bir sayfa bulamazken gözlerine bakıyordum. Elimde kalem öylece donmuşken kafasını eğdi ve uzun bıyıklarının arasından gözlerimin içine baktı. Göz bebekleri yine büyüyüp küçülüyordu. Yeni hikayesini izletmeye başladı. Sorun da bu ya! Kaydettiği her şeyi gözlerinden izletiyor.
Bu kez güneşli bir öğleden sonrası kafede oturan iki kız arkadaşı görüyorum. Kızlardan biri kısa sarı saçlı, diğerinin uzun saçları var. Galata kulesine yakın cafe olduğunu tahmin ediyorum. Hava sonbaharla yaz arasında kararsızmış gibi arada esip yeniden duruluyor. Kızlardan ikisinin de ince hırkaları sandalyenin arkasına atılmış. 30’larının başında, iki bekar genç kadına biraz daha yaklaşıyorum. İşte sonunda seslerini de duymaya başladım. Uzun saçlı olan;
“Aşk, zamanı aşabilir mi?” diye soruyor!
O sırada tam önlerinde duran siyah arabadan, iki takım elbiseli adam indi. Biri 40’lı yaşlarında, saçlarını ‘GodFather3’ filmindeki Andy Garcia gibi geriye doğru yapıştırmış, yanındakine göre daha yakışıklı. Diğeri ise 45’lerinde bir insanın ilk bakışta ilgisini çekemeyecek kadar silik ve sıradan. Adamların ikisi de bir fonu yırtıp sanki 1940’lar gelmiş gibi…
Arabadan kararlılıkla inen iki adam çok önemli bir işi, çözecekmiş gibi kendilerinden emin adımlarla yürüyorlar. Kafenin içine girip ortada bir masaya geçerken, kızlar da konuşmalarına kaldığı yerden devam ediyor.
Kızlardan kısa saçlı olanın adının Esma olduğunu duyuyordum. Esma, hesabı istemeden önce tuvalete gitmek için masadan ayrılıyordu, bizim uyanık da peşinde. Merdivenlerden tuvalete inip, kadınlar tuvaletinin dolu olduğunu anlayınca tereddüt etmeden erkekler tuvaletine yöneliyor, Esma.
Çok geçmeden, cafeye gelen adamlardan saçları geriye taranmış olanı, dönem filmlerinde gördüğüm ceketini düzelterek merdivenlerden iniyor. Tuvaletin kapısında beklemeye başlıyor.
Ne oluyorsa! Birkaç dakika sonra içeriden çıkan Esma ve adam, tuvaletin kapısında birbirlerine kilitlenmiş halde bakakalıyorlar.
Bıyıklı, ne olduğunu eksiksiz anlayabilmek için etraflarında tam bir daire çizmiş.
Kedi değil, yönetmen sanki! İkisinin birbirine baktığı anları, 360 derece aşk filmi çeker gibi kaydetmiş.. İzleyince garip bir şeyler olduğunu anlıyorum ama kelimelere dökmek zor.
O andan sonra merdivenlerden bambaşka bir Esma yukarı doğru basamakları tırmanıyor. Etkilendiği anın üzerine sindiği bir Esma’dan bahsediyorum. Masaya oturduğunda hislerini arkadaşına anlatıyor.
“Az daha hiç tanımadığım o adama sarılacaktım.”
Arkadaşı, arkasına dönüp, adamı masaya otururken görüyor. Aynı bakışlar adamın da yüzünde. Esma ise hala adamın etkisinde;
“Hatırlıyor musun? Geçen hafta eski fotoğrafların sergisine gitmiştik. 2000’lerin gülüşünde sıcaklık bulamamıştık. Sonra 1940’ların gülen yüzlerine takılmıştım ben, derin bir sıcaklık bulmuştum, o yıllarda.”
Esma’nın coşkusu daha da yükseliyor.
“Bana ait olanı az önce gördüm. Aklım hiç bir şey hatırlamıyor ama kalbim bir şeyler hatırlıyor. Bu adam 1940’lardan!”
Esma, sözünü bitirdiğinde derin bir nefes verdi. Arkadaşı ise tereddüt etmeden sandalyesinden ayağa fırladı.
Birşeyler uydurup adamın kim olduğunu soracaktı. Esma’nın tüm direnişine rağmen kafenin içine daldı. Büyüyü bozma ihtimali canını sıksa da, bu merakla yaşayamazdı.
Ama içeri girdiğinde yaşlı bir çiftten başka kimseyi göremedi. Başka çıkış kapısı olmayan kafenin alt katındaki tuvaletleri kontrol etti. Kimse yoktu. Yaşlı çifte kahve servisi yapan garson, yeni geldiğini söylüyordu.
Donuk bir yüzle masasına dönüp Esma’ya sordu.
“Adamlar ben içerideyken mi çıktılar?”
Esma, kapıdan kimsenin çıkmadığını söylediğinde arkadaşı;
“Adamları şu bitli kedi bile gördü. Ama şu an içeride yoklar!”
Esma hiç şaşırmadı. Tek kelime etmeden caddeye doğru gitmek için arkadaşına işaret etti.
Sessizliği, arkadaşının tedirginlikle etrafa bakınmasına engel olmuyordu.
Galata’nın yeşil patili kedisi Bıyıklı bile yolda saçları geriye doğru kim varsa, önüne geçip inceliyordu. Olan bitene şaşıp, bana gelmesinin sebebi de tam olarak buydu.
Patili türün, sırf dedikodu yapmak için dünyaya geldiğini bilseniz! O masum bakışlarına asla kanmazsınız. Mır mır da mır mır… Tanıştığımızda, ön patilerinin yeşil olduğunu görünce çarpıldığımı sanmıştım.
Bıyıklı, işaretleriyle olayın manasını bana yorumlatmanın peşindeydi ve filmin sonunu göremeyenler gibi kıvranıyordu.
Aşkın zaman duvarını yırtabileceğini Bıyıklı’ya söylemedim.
“ Meraktan ölmezsen devamını görürsün” diyebilmiştim.
Günler sonra pencereye, ikisini bir arada gördüğünü söylemeye geldi. Ama uzun saçlı kız ortadan kaybolmuş. Zamansız kedinin zamanı delmesi mümkün değildi elbet.