Almanya tarafından İkinci Dünya Savaşı öncesinde kısmen, savaş esnasında ise topyekûn icra edilen Holokost’un tarihi bir olgu olduğu gerçeğinin sorgulanması, inkâr edilmesi, bir yalan olduğunun iddia edilmesinin temel sebebinin antisemitizm olduğuna şüphe yoktur. Dolayısıyla inkârcıların asıl hedeflerinin Yahudi düşmanlığını körüklemek ve Avrupa bağlamında Adolf Hitler’in Nasyonal Sosyalist ideolojisini yeniden canlandırmak olduğunu söyleyebiliriz.
Bu sebeplerden dolayı Avrupa’da çeşitli ülkeler Yahudi Soykırımının inkârını cezalandırmaktadırlar. Bunlar arasında en dikkat çekici olanı hiç şüphesiz bu suçu İkinci Dünya Savaşı esnasında işleyen Almanya’dır. Kendisini militan demokrasi (wehrhafte demokratie) olarak nitelendiren Almanya ırkçılık, antisemitizm ve Nazi ideolojisi konusunda son derece hassas davranmakta, bu fikriyatı savunanları cezalandırmakta, kitap ve dergilere el koyup onları imha etmektedir.
1994 yılına kadar tahkir ve ayrımcılık bağlamında cezalandırılan inkârcılar, bu tarihten sonra Nazi döneminden o zamana kadar bir sinagoga yönelik ilk kundaklama hadisesi olması sebebiyle önemli olan Lübeck sinagogunun saldırıya uğramasından sonra Holokost’un inkârını onaylayan, inkâr eden veya azımsayanlara beş yıla kadar hapis cezasını öngören bir yasa ile cezalandırılmaya başlamışlardır. Soykırım inkârcıları Holokost’un, Yahudilerin veya Amerikalıların, Almanlardan para sızdırmak amacıyla yarattıkları bir yalan olduğuna inanmakta ve bu iddiayı yaymaya çalışmaktadırlar. Buradaki amaç, kuşkusuz Almanya’nın geçmişini kendilerince temizlemeye çalışmaktır.
Soykırımı inkâr edenler arasında eğitimsiz kişiler olduğu kadar, öğretmen, akademisyen, işadamı ve avukat gibi eğitimli, başkalarını etkileme kapasitesi bulunan toplumda yer edinmiş şahısların da bulunması Alman Hükümetini, o tarihe kadar kontrol altında tuttuğuna inandığı soykırım inkârcılığı hakkında daha sert tedbirler almaya itmiştir. Ancak inkârcılığın özellikle ırkçı NPD (Almanya Milliyetçi Partisi) mensupları ile onların avukatları arasında yaygın olması, yukarıda da ifade edildiği üzere, bu kişilerin başkalarını da etkileyebilme kapasitesi, Almanya’da inkârcılığın hala bir sorun olduğunu göstermektedir.
İsviçre ise soykırım inkârcılığının cezalandırılması konusunda en aşırıya giden ülke olmuş, bütün soykırımların inkârını yasaklamıştır.
Fransa’da ise birçok Holokost inkârcısının varlığından bahsedebiliriz. Örneğin, Robert Faurisson gibi Lyons Üniversitesinde edebiyat profesörü olan bir kişi ölüm kamplarının var olmadığını söylemiş, FN’nin (Milli Cephe) eski lideri Jean Marie Le Pen ise kampları “tarihte bir ayrıntı” olarak nitelendirmiştir.
Bütün bunlara karşılık, Fransız milletvekili Jean Claude Gayssot’un öncülüğünde 1990 yılında çıkarılan ve aynı isimle anılan bir yasa ile Nürnberg Uluslararası Ceza Mahkemesince tespit edilen insanlığa karşı suçların varlığını sorgulayan (contester) kişilere bir yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Nitekim yukarıda bahsedilen Faurission bu yasa ile yargılanmış, , para cezasına çarptırılmış ve üniversitedeki görevinden atılmıştır. Ayrıca Roger Garaudy’de aynı kanundan dolayı cezalandırılmıştır.
Buna karşılık, antisemit düşüncelere sahip olmamakla beraber, devletin resmi bir tarih anlayışı ortaya koyma çabası olarak gördükleri soykırımın inkârını cezalandıran yasalara karşı çıkan bir grup Fransız tarihçi Liberte pour l’Historie (Tarih için Özgürlük) adlı bir platformda örgütlenip devletin bu tekelci anlayışına karşı çıkmışlardır. Öyle ki köle ticaretinin soykırım olmadığını ifade eden önemli bir Fransız tarihçi bile, Gayssot yasası ile cezalandırılmak istenmiş, buna karşı Fransız tarihçiler devletin hiçbir şekilde bir hakikati resmi tarih olarak topluma empoze edemeyeceğini ifade etmişlerdir. Bu tarihçilere göre “bir demokraside tarihçilere özgürlük herkese özgürlük demektir”. Nitekim aralarında Oxford Üniversitesinden Timothy Garton Ash’in de bulunduğu 1000’den fazla tarihçi bu pozisyonu desteklemiştir.
Garaudy gibi inkârcıların birçoğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) düşünce özgürlüklerinin kısıtlandığına dair dava açmışlar ancak mahkeme Nazi tipi fikirlerin toplum düzenini bozucu etkilerinden dolayı devletlerce kısıtlanabileceği kararına varmıştır.
Aslında Batı dünyasında Almanya ve Fransa gibi soykırım inkârının cezalandırılması gerektiğini düşünen devletler bir tarafta Amerika ve Danimarka gibi düşünce özgürlüğünün kısıtlanmaması gerektiği kanısında olan devletler diğer tarafta, iki ayrı ucu temsil etmektedirler. Amerikan Anayasasının 1791 tarihli Birinci Değişikliği (First Amendment) ifade özgürlüğünün kısıtlanamayacağını öngörmektedir. Bu bağlamda Ku Klux Klan’a mensup veya Neo-Nazi kişi ve kuruluşlar Amerika’da serbestçe propagandalarını yapabilmektedirler. Bu anayasa maddesine göre yanlış fikir yoktur sadece fikirler arasında bir tartışma ve mücadele yapılmalıdır.
Bu yazıda tarihi olarak belgelenmiş, kurbanlarca sayısız anı kitabı yazılmış ve hukuki olarak kabul edilmiş olan Yahudi soykırımına karşı çeşitli ülkelerdeki farklı yaklaşımlar açıklanmıştır. Bu bağlamda Türkiye’de Holokost konusunda anma törenlerinin artıyor olması olumlu olmakla beraber inkârcılar da bilgisizlik ve nefret hisleriyle bu tarihi gerçeğe karşı çıkmaya devam etmektedirler. Dolayısıyla özel olarak Holokost ve genel olarak İkinci Dünya Savaşı hakkında bilgilendirmenin artırılmasının ırkçılığın sonuçlarının nerelere varabileceğinin öğrenilmesi açısından sayısız faydaları vardır.
Okuma Önerisi
Guenter Lewy’nin Outlawing Genocide Denial adlı kitabı bu konuda faydalı bilgiler vermektedir.