"Bir devlet büyüğü Avrupalı Yahudiler için “Kimsenin istemediklerini biz de istemeyiz” derken, Varlık Vergisinin adaletsizliğinden yakınan Türk Yahudilerine “Herkes canınızı, biz sadece malınızı alıyoruz” diye cevap veriliyordu."
Lisedeyken tarihe meraklı bir çocuk olarak hep sorgulardım, tarih neden 1923’te biter diye. Osmanlı’nın zaferleri ve yükselişi uzun uzun anlatılır sonra o kadar becerikli olmayan padişahlar, Avrupa ile rekabet edilememesi yüzünden başlayan gerileme anlatılır ve bir anda İngilizler ile imparatorluk sonlanırdı. Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı derken Cumhuriyet ilan edilir ve tam bu sırada dünya tarihi biterdi. Tarih dersi artık devrimler tarihi olarak devam ederdi. İkinci Dünya Savaşı ise Türkiye’nin becerikli liderleri sayesinde dışında kaldığı ancak her an savaşa girilebileceği için gıda maddelerinin karne ile dağıtıldığı bir dönemdi sadece. İkinci Dünya Savaşı bu kadar anlatılırdı. Çocuklarım henüz küçük, dünya tarihi hala 1923’te mi bitiyor bilmiyorum ama 1990’larda aldığım lise eğitiminde durum böyleydi.
Bilgi Üniversitesinden Yardımcı Doç. Dr. Mehmet Ali Tuğtan’ın dersine konuk oldum. İsrail’deki Yad Vaşem Müzesinin düzenlediği Holokost eğitimine katılan Tuğtan, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi dersi içinde Holokost’u da anlatıyor. Holokost’un neden öğrenilmesi gerektiğini ve bir soykırım olarak hangi yönleriyle benzersiz olduğunun üzerinde duruyor.
Sınıf oldukça kalabalık, seçmeli ders olduğundan birçok farklı bölümden öğrenciler var. Bir önceki derste kartpostal ödevi vermiş. Her öğrenci kendi kartpostalının Holokost’ta neyi ifade ettiğini anlatıyor. Bir kartpostalda asker postalı var. Moda olan bu postalları giyen bir kız, anneannesinin neden bu kadar tepki verdiğini anlayamıyor. Oysa Holokost kurtulanı olan o nine için postallar Nazilerin katılığını, onlarca-yüzlerce postalın çıkardığı sesin korkutuculuğunu ve her o ses yaklaştığında yaşanan acıyı anımsatıyor. Bir diğer kartpostalda ise yanaklarını çimdikleyen bir kız ve “Canlı Görün!” yazısı var: Look Alive! Ölüm kamplarında bir gün daha hayatta kalabilmek için sağlıklı görünmek, yani “iş görür” havası vermek lazım. Bu cehennemde bile insanın hayatta kalma dürtüsü ne kadar da güçlü...
Ben ise öğrencilere Türk Yahudilerinin İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarının yanı sıra neler hissettiklerini aktarmaya çalıştım. Yahudi ailelerde yaşanan acı olaylar pek anlatılmaz, yeni nesle pek aktarılmaz. Bir koruma iç güdüsü veya hayatta kalma dürtüsü de diyebiliriz bu “Kayadez” (sessiz kal) durumuna. Bu nedenle ne cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarındaki ‘Vatandaş Türkçe Konuş!’ gibi dışlamayı, ne 1934 Trakya Olayları gibi pogromları, ne de Varlık Vergisi, 20 Kura Askerlik gibi olayları evimizde öğrenmedik. Üstelik, Varlık Vergisini ödeyemediği için Aşkale’ye sürülen büyükbabama rağmen. Hiç konuşmadı, hiç anlatmadı. Yaşadıkları onunla beraber hiç dile, yazıya dökülmeden aramızdan ayrıldı.
Holokost konusu ise daha farklıydı. Aileler bizi doğrudan ilgilendirmediği düşüncesiyle bu konuya daha açıktı. Zaten kitaplar, filmler, belgeseller ardı ardına çıkarken bu konuyu saklamak pek de mümkün değildi. Yunanistan’a ulaşan tren rayları, sınıra kadar gelen Naziler hep bir korku yarattı Türk Yahudilerinde. O sıralarda Hitler’in doğum günü devlet büyükleri tarafından kutlanıyor, Almanya-Türkiye yakınlığı dikkat çekiyordu. Yeni nesil antisemitizm, gazete ve dergilerin sayfalarından topluma aktarılıyordu.
“Ya Türkiye Almanya ile anlaşıp Yahudileri teslim ederse, ya sonumuz Avrupalı dindaşlarımız gibi sona ererse” korkusu birçok Yahudi’nin Filistin’e göçü ile sonuçlandı. Aynı dönemde İstanbul’un çeşitli yerlerinde Yahudiler için fırınların kurulduğu söylentisi kulaktan kulağa yayılıyordu. Bir devlet büyüğü Avrupalı Yahudiler için “Kimsenin istemediklerini biz de istemeyiz” derken, Varlık Vergisinin adaletsizliğinden yakınan Türk Yahudilerine “Herkes canınızı, biz sadece malınızı alıyoruz” diye cevap veriliyordu.
Türkiye, Nazilerden ve ölümden kaçan Avrupalı Yahudiler için sadece bir geçiş koridoruydu. Bazı dönemlerde ülke içinde 24 saatten fazla kalmaları bile yasaktı. Struma ve benzeri gemi faciaları da bu anlayışın ve Alman tehdidinin bir sonucuydu. Avrupa’da yaşayan Türk Yahudileri için ise Türkiye bir kurtuluş kapısı olarak görülmüyordu. Avrupa’da toplama kamplarının karşısında, Türkiye’de Aşkale gibi çalışma kampları kurulmuştu Yahudiler için. Çok az kişi kurtulabildi, savaşta tarafsız olduğu için altın değerinde olan Türk pasaportu sayesinde.
Hatalı bir şekilde Yahudi sorunu olarak algılanıyor Holokost veya bilinen adıyla Yahudi Soykırımı. Holokost eğitimi, benzer bir soykırımın hiç kimse için tekrarlanmaması için gereken önlemlerin alınmasını ve uyarıların çok önceden anlaşılması için oldukça önemli oysa. Ankara’daki resmi anma töreninde konuşan, Holokost eğitimi alan öğrencilerin söylediği gibi bu eğitim, başkalarının acılarını anlamaya, empati kurmaya yarıyor ve etnik kökeni, inancı, cinsel eğilimi nedeniyle ötekileştirmeye uğrayan kişilerin benzer bir son yaşamamasını engellemeye çabalıyor.
Öte yandan, İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’yi pek de teğet geçmediğini kabul edip, bu savaş ve Holokost’u derinlemesine öğrenmek ve sonucunda insan haklarından, Avrupa’nın düşünce yapısına kadar yaşanan değişime geç de olsa ayak uydurmak gerekiyor. Bu sayede ancak, her olayda kullanılan Nazi, toplama kampı, Hitler benzetmelerinin gerçekte ne anlama geldiğini ve neden Batı dünyasında bu söylemin kabul edilemez olduğu anlaşılabilir.