Bu sayfadaki çizgilerimi görenler “bravo, hem yazıyor hem çiziyorsunuz” diyerek övgü dolu sözler ettiklerinde ben hiç memnun olmuyorum, aksine kendimi epeyce kötü hissediyorum. Neden mi? Neredeyse 35 küsur yıldır basın organlarında yazıp çizdiklerime baktığımda 20 yaşında yaptıklarımdan bir adım ileride gözükmüyorum. Aynı espriler, aynı fikirler... Oysa o sıralarda (1970 sonları ile 90 başları arası, diyelim) bu yaptıklarımı yayımlayan günlük gazetelere, dergilere bakanlar bana gelecek vaat eden çizer/yazar muamelesi yapardı. Büyük potansiyel gördüklerini söyleyerek beni şımartırlardı. Ancak bugün geldiğim nokta, bu potansiyel meselesini tersine çevirmiş durumda. Durumumu en iyi özetleyen sözleri, yıllarca çizgilerime yol göstermeye çalışmış olan dostum Emre Senan söylemiştir: “Yankı ümit vaat eden çizer olmaya devam ediyor hâlâ...” Can çıkmadan ümidi kesmeyelim, ya da her an bir patlama yapabilir, anlamına. Sağ olsun.
Potansiyeline ulaşamadığını düşünenlerin benimle bu noktada empati kurabildiklerini tahmin ediyorum. Yalnız olmadığımı biliyorum. Potansiyelinin altında kalan, potansiyelini gerçekleştiremeyen ya da potansiyeline ulaşamayan gibi terimlerle adlandırılan durumun bir ‘loser’ (kaybeden) fenomeni olarak görülmesine şaşmamak lazım. Hiç kaybetmeme, hep kazanma üzerine kurulu bir eğitim ve iş kültüründe hedefin altında kalmak, potansiyelini ziyan etmek demek... Kendini harcamak sadece “bak, CEO olabilecekken ne oldu? Kendini ziyan etti” gibi business literature örneklerinde değil, “beni ne doktorlar ne mühendisler istedi, ben gittim babanızla evlendim” gibi kulaklarımızın aşina olduğu potansiyelini gerçekleştirmekten gönlüyle vazgeçenlerin öykülerinde de görülür.
Potansiyeli yüksek gözükenlerin bu potansiyeli nasıl ziyan edecekleri, potansiyelini henüz hiç ortaya koymamış olanlarımız için (acı ama gerçek) bir umut da getirir. Yükselecek mevki kalmayıp da “size layık değil ama” tipi pozisyonlar önerilince emekli olan ya da danışmanlık sektörüne geçen parlak yöneticilerin “potansiyel buraya kadar” demesini bekleriz. Potansiyelimizi ortaya koymamızın başka birisininkinin bitmesine bağlı oluşu haz ile hüzün arasında duygular yaratır.
Gerçekleşmiş potansiyel
Geçtiğimiz yıl Amerikan Ivy League üniversitelerinin öğrenci seçim sorumluları ile İstanbul’da bir yemekte karşılaştığımda, öğrencileri seçerken dosyalarında ilk nelere bakıyorsunuz, diye sormuştum. Hepsi bir ağızdan “not ortalaması” yanıtını verdiler. “Ama ya çocuğun başka başarıları, sosyal sorumluluk projeleri, SAT sınav skorları, onlar...”diye üsteledim. “Bu dedikleriniz henüz gerçekleşmemiş potansiyeli gösterebilir, not ortalaması ise performansını, potansiyelini ne kadar gerçekleştirebildiğini. Biz potansiyel ile ilgilenmiyoruz, performansına bakıyoruz” diye kesip attılar. İçlerinden birisi potansiyel ile ilgilenen çok iyi başka okullar da var, diyerek beni avuttu. Ivy League kapısının düşük not ortalamalılar için kapandığını duymuştum.
Yaşanmamış yıllar
Hayalimdeki ben olamamış olmaktan duyulan üzüntü ve yas hayatımıza damgasını vurdukça, içimizde biriken hırs ve hınç nereye doğru gider? Kayıp, depresyonun ana psikolojik mekanizmasıdır. Potansiyelini gerçekleştirememek, olmamış, gerçekleşmemişin kaybıdır. Hiç bir zaman olmamışın olmamasından duyulan üzüntünün derinliği gerçek kayıplardan daha da fazla olabilir. Üstelik Adam Phillips’in ‘Kaçırdıklarımız’ (Missing Out) adıyla yayımlanan denemeler kitabında tanımladığı gibi çok özelsin diyerek büyütülen her birimiz, yeryüzündeki ehemmiyetsizliğiyle karşılaştığında bu özel olma ihtiyacını nasıl karşılayacağını bilemez olur. Özel olamıyorsam o zaman bu hayattan ne koparabilirsem o kadar alayım ruh haline girmek işten bile değildir; yaşamak hep kazanmak ve hiç kaybetmemek eksenine girer. İmkânsız bir varoluş biçimi içinde ne olur, ne oldurur bir hayat süreriz.
Bu döngü nasıl kırılır? Hayatın zorluklarına katlanmak, geleceğe ilerlemek için kurduğumuz hayallerden vaz mı geçmeliyiz? Asla. Ancak, sahici doyum aldığımız neredeyse her durum, hayallerimizi elde etmek için kestirmelere gitmeksizin, zahmete katlanarak, zaman harcayarak, zorunlu olduğunda zevkten vazgeçerek elde edilmiştir. Beklemeyi öğrenmek, acele etmemek potansiyelimizi gerçekleştirmek için ihtiyacımız olan ‘skill set’in en önemli parçalarından birisidir.
Viktor Frankl’dan aktarırsam, özgürlük etki ile tepki arasındaki zaman dilimindedir. Hayallerimiz arasından gerçekleştirmek istediğimizin seçimini yapana kadar geçen zaman özgürlüğün tadını çıkartmak için en uygun olanıdır. Bekleyebilenler bu özgürlüğü doya doya yaşarlar.