Sizce bir kişiyle röportaj ya da söyleşi yapmak, ona yapılmış bir lütuf mudur? Aslında konu iki ucu keskin bir kılıç gibi sevgili okurlar. İşi röportaj yapmak olan kişi, çok çarpıcı ya da popüler bir olayın kahramanıyla karşılaşmadıkça, konu bulmakta zorlanır ve yoğun bir araştırma dönemine girer. Röportaj yapacağı kişiyi bulduktan sonra da deliler gibi ders çalışmaya başlar. Kişi kimdir, altyapısı nedir, ne yazmıştır, ne yapmıştır? Eğer yazarsa, bütün kitapları satır satır okunup yazdıkları hakkında sorular çıkarılır, o konularda bilgi edinilir, basına verdiği beyanlar irdelenir, gerekirse neden öyle dedi diye sıkıştırılır… Ya da kişi örneğin kişi koleksiyoncu ise ve pul biriktiriyorsa, filateli hakkında en az iki üç sayfalık bir kompozisyon yazacak hale gelinir.
Söyleşi konusu kişiye röportajın başında hiçbir zaman “Kendinizi tanıtır mısınız?”, “Sizi biraz tanıyalım” türünden bir soru sorulmaz. Bu en basitinden saygısızlıktır. Yukarıda ne dedik? Ders çalışmak, öyle değil mi? O zaman bir zahmet ev ödevi yapıp söyleşinin öznesinin kim olduğunu da söyleşiyi yapan yazsın ve onu okura kendi sözleriyle tanıtsın.
İki ucu keskin kılıç… Bir ucu, konu bulmakta zorlanan röportaj yazarı, diğer ucu ise (örneğin) bir kitap yazmış olan ve tanınmak için bir yayında röportajının çıkmasını isteyen kişi. Kitap yazarı kendisine yararlı olabilecek bütün gazetecilerin ve yazarların listesini yapar (genelde yayınevi ile birlikte; sıkıcı olan şu ki, bunlar hep aynı insanlardır) ve hepsine imzalı bir kitap gönderir. Bunda ayıplanacak bir şey yok. Yazar, içinde bulunduğu yumurtanın kabuğunu kırmak, bir yerde “yırtmak” istemektedir. Az okunan bir dergide kendisi hakkında çıkacak birkaç cümle bile faydalı olabilir ve kitabının tanıtımını, dolayısıyla satışını daha kolay yapabilir.
Bu arada tanıtım işini kendisi üstlenerek Facebook’ta her gün arka arkaya reklamını yapan yazarlar var. Bunda da ayıplanacak bir şey yok ama sıkıcı olma riski fazla. Tanıtımını kendi yapan bir kişiyi üst üste iki kez tebrik etmiş iyi şanslar dilemiştim. Benimle temas kurdu ve kitabını göndermek istediğini belirtti. Buraya kadar çok güzel. Ardından “O zaman benimle röportaj yapar mısınız?” diye sordu. Mütevazı davranmayacağım, çok iyi röportaj yaparım, bunun için de çok çalışırım. Referans olarak Amerika’daki en etkin Yahudilerden olan Rabi Benjamin Blech ile yaptığım söyleşiyi gösterebilirim (röportajım tamamını Şalom arşivde bulabilirsiniz). Ama o yeni yazar ile röportaj yapmamı, gazetemin istemesi gerekir. Aşem kısmet ederse, Genel Yayın Müdürümüz de onayı ile bir kurumla yurt dışında bir röportaj yapmam planlanıyor. İnşallah olur.
Taze kitap yazarına gazetem istemeden röportaj yapamayacağımı ama kitabını okuyacağımı ve ilgimi çektiği takdirde, köşemde sözünü edebileceğimi bildirdim. Yazışma bir anda kesildi. Kitap filan da gelmedi. Hayal kırıklığına uğradım mı? İnsanlığın çaresizliği konusunda biraz uğradım ve şaşırdım tabi. Yoksa inanın çok meşgulüm. Rahmetli eşimi kaybettikten sonra ihmal etmediğim tek görev, gazetedeki köşe yazılarım oldu. Belki içimi çok fazla açıp sizleri üzdüm. Ama son derece zorlu bir süreci sayenizde atlattım diyebilirim. İnanır mısınız, bilgisayarımı karıştırdığımda hâlâ rahmetlinin bana gönderdiği yazı fikirlerini ve notlarını buluyor, böylece onun beni desteklediğini sürekli hissediyorum.
Yazılarım, çevirmem gereken bir kitap ve yeniden başlayan ev kadınlığı görevlerim… Hayatım yeni bir şekil aldı. Kendi seçimim olmayan bir okuma yapmak bile işimi aksatır. Ama kimseyi kırmamaya çalışıyorum. Doğuştan hırçın olan karakterimi yontarak yumuşatmak çok senelerime mal oldu.
Röportaj konusunda bir husus daha: Bu kez resim çektirme meselesi. Rabi Blech ile fotoğraf çektirirken o oturuyordu, ben de arkasında ayakta durdum. “Eşitmişiz gibi yanınıza kurulamam” dedim. “Ama eşitiz” dedi gayet mütevazı. “Ruhumuz eşit olabilir ama hayattaki konumumuz ve görevim gereği, yerim sizin yanınız değil” diye ısrar ettim, sustu.
Bakıyorum, röportaj yapanlar neredeyse öznelerin önüne geçiyor ve kendilerini fazlasıyla gösteriyor. Açıkçası bu bana ters geliyor. Siz biraz geride durun, maharetiniz yine takdir edilir. “Lütuf yapmıyorsunuz. O konuya ihtiyacınız var,” demek geliyor içimden.
Sürç-ü lisan ettiysem af ola. Esen kalın.