Sıkıntısı had safhadaydı, nefes almakta bile zorlanıyordu adeta. Hayatının her evresinde mutluluğunu sadece kişisel başarılarına, aşk ve evlilik hayatındaki güzelliklere, sağlığına ve verimli sosyal ilişkilere değil, ülkesindeki ve dünyadaki adaletsizliklere, kötülüğün hâkimiyetinin yarattığı sefil görüntülere, kifayetsiz muhterislerin zorba iklimine ve ruhlarını Şeytan’a satan yığınların bencil hayatlarına da endekslemişti.
Sıkıntısı had safhadaydı, nefes almakta bile zorlanıyordu adeta. Hayatının her evresinde mutluluğunu sadece kişisel başarılarına, aşk ve evlilik hayatındaki güzelliklere, sağlığına ve verimli sosyal ilişkilere değil, ülkesindeki ve dünyadaki adaletsizliklere, kötülüğün hâkimiyetinin yarattığı sefil görüntülere, kifayetsiz muhterislerin zorba iklimine ve ruhlarını Şeytan’a satan yığınların bencil hayatlarına da endekslemişti. Bu tablodan mutlu bir yüreğin çıkmasını beklemek beyhude bir çabadan öteye gidemeyecekti.
Lakin hayat devam ediyordu. Ayakta kaldığı, oksijen aldığı sürece yel değirmenlerine karşı savaşmaya devam etmek zorundaydı. Sorgulamadan, ‘ama’sız hayatlarına devam eden vasat yığınlara ait bir birey olamamıştı hiç bir zaman.
Lakin mutluluk neydi ki? Ünlü kötümser Alman düşünüre1 göre hayat aslında bir sarkaç gibi sağdan sola, acıdan sıkıntıya doğru salınıyordu. Zira kalıcı veya mutlak mutluluğun olmadığını savlamıştı. Bir insan sahip olmayı dilediğini ele geçirdiği an mutluluğu başlar ama kısa sürede biter zira yeni dileklerinin peşinde koşmaya başlar. Bir dilenciye verdiğiniz para onu ömür boyu dilenci olarak kalmasına neden olması gibi bir neden - sonuç ilişkisini kapsıyor mutluluk arayışları da.
Kötümser düşünürümüze göre insan bilinci arzularının ve dileklerinin esiri olduğu için hiçbir zaman nihai ve ideal mutluluğa ulaşamayacaktır. Üstelik ihtiyacının karşılandığı o kısa mutluluk süreci, tatmin edilmişlikten doğan varoluşsal bir sıkıntı ve sıkılma dönemine ve akabinde ise yeni bir arzunun pençesine girmekte. Sarkaç mutsuzlukla sıkıntı arasında gidip gelmekte sürekli olarak. Mutluluk dediğimiz iki arzu döneminin ortasındaki evre oluyor ve çabuk bitiyor…
***
Yeni bir olağan gece daha başlamıştı onun için. Mutluluk arayışındaki o kötümser düşünürün düşüncelerini içselleştirmesine rağmen arada bir aslında bu süreçlerin insanlığı ileriye götürmüş olabileceğini de düşünmeden edemedi. Sorgulamanın da, arayış içinde olmanın da aslında mutsuzluğun bir alt formu olduğuna ikna etmeye çalıştırıyordu kendisini. “Ancak, mutsuzluk insanı ilerletebilir” diye düşündü akabinde. Abarttığını biliyordu lakin kendisini sürekli mutlu sanan vasatlardan ayıran en büyük özelliğinin, mutsuzluk içinde arayışlar peşinde olmasının olumlu bir tarafını bulmaya çalışıyordu.
Sonra, cemaatinden aforoz edilmiş Hollandalı düşünürün2, herkesin, kendini tanıma yolculuğu sonunda doğasına uygun isteklerine göre yaşamını çizdiği takdirde hem bireysel hem toplumsal mutluluğa ulaşılacağı iddiasını aklına getirdi. Oysaki günümüz insanının kendini tanıma yolculuğuna çıkmasının neredeyse imkânsız olduğuna kanaat getirdi zira dış dünyanın göz kamaştırıcı ışıkları ile etrafındaki güç peşinde koşan yığınların azgın varoluşsal görüntüleri bireyin sürüden ayrılmasına engel oluyordu…
İyice bunaldı. Mutluluk, mutsuzluk ikilemini koca dünya çözememişken, o mu çözecekti?
Gelen ani bir titremeyle kendini yatağa attı. Vücudunun tamamını kalın yorganın altına iyice sarmaladı. Yorganın altında, dünyadan kopuk, karanlık, sessiz ve sıcak ortamda vücudunu da ikiye bükerek gözlerini kapattı. Uzun zamandır ilk kez huzura kavuştuğunu görüyordu. Adeta, anne karnına; mutlak güven, huzur ve mutluluğun galiba ilk ve son olduğu ‘ilk mekâna’ geri dönmüştü. Aylardır hiç olmadığı kadar çok uzun ve derin bir uykuya dalacaktı.
Sabah uyandığında güneşin ışıkları sanki ilk kez bu denli parlak ve aydınlık geliyordu gözlerine.
Hemen kalktı. Kulağına o çok sevdiği İtalyan barok ustasının3 insanı çok uzak yerlere götüren aryasını4 koydu.
Uzun zamandır ilk kez yüzü gülüyordu.
Yeni güne hazırlanırken, aynanın karşısına geçip bir başka Alman düşünürün5 o ölümsüz sözünü haykırıyordu:
‘Amor Fati / Kaderini Sev’
1 Arthur Schopenhauer
2 Baruch Spinoza
3 Bononcini
4 ‘Chi d’Amor tra le catene’
5 Friedrich Nietzsche