Bu Britanyalıları anlamak gerçekten çok zor olabiliyor bazen. Sağdan direksiyonlu arabalarıyla garipliklerini ziyadesiyle ispat etmiş olabilirler. Ancak sürekli kendi kendilerini zayıflatacak gereksiz hamlelerde bulunmalarını anlamak son derece güç.
Hatırlanacağı üzere 2014 yazında gereksiz yere İskoçya’nın bağımsızlığıyla ilgili referanduma gitmişlerdi. Zengin petrol yataklarına sahip İskoçya, hafif de dolduruşun etkisiyle nerdeyse Britanya Krallığından ayrılıyordu. Gerçi referandumdan sonra seçimlerde hile olduğu bazı İskoçlar tarafından ileri sürülse de sonuçta İskoçya Britanya’nın parçası olarak kalmıştı. Referandumun tek olumlu tarafı dünya kamuoyunun Britanya’da yaşayan herkesin İngiliz olmadığını ve küçücük adada dört devletin hüküm sürdüğünü ve Birleşik Krallık altında toplanmış olduklarını anlamaları oldu.
Aradan iki yıl geçmeden James Cameron’un muhafazakâr hükümeti gönülsüzce de olsa yeni bir referanduma hazırlanıyor. Konu bu sefer AB’den ayrılmak. Bu referandum öncekinden de anlamsız. Muhafazakâr Parti ve David Cameron’un seçim vaatleri arasında yer alan AB üyeliğini referanduma önümüzdeki haziran ayında gerçekleşecek. Seçilmeden önce AB karşıtı olan Cameron aradan geçen zaman ile tam bir AB taraftarı olmuş ve referandumda AB üyeliğinden çıkılmaması yönünde telkinde bulunacağını açıkladı.
Neredeyse ülke içerisinde hiçbir şey üretmeyen ve olan sanayi kuruluşlarını Avrupalı, Amerikalı ve Uzak doğululara satan Britanya’nın bir anlamda Avrupa ile bağlarını koparmaya çalışması pek anlaşılır gibi değil. Gerek Schengen gerekse de para birliği Euro’ya zaten katılmayan Krallığın AB’den çıkma ihtimali bile ülkeye olan güveni sorgulamaya yetiyor. Kararın ardından pound son derece hızlı değer kaybederek ABD doları karşısında son on iki yılın en düşük seviyesini test etti.
Zaten kırılgan olan Avrupa, Britanya’nın olası çıkışıyla ekonomik olarak ciddi bir zarara uğrayacak olmasa bile güçlükle sürdürülen AB hayali siyasi olarak büyük yara alır. Göçmen krizinin ardından Schengen/serbest dolaşımı masaya yatıran AB’de, Britanya’nın çıkmasıyla çatlak sesler yükselmeye, özellikle aşırı sağın güçlendiği ülkelerde AB üyeliği tartışmaya ve referanduma açılabilir.
Gerçi Cameron hükümeti, referandumu ülkeye daha fazla Avrupa menşeili yatırım çekmek amacıyla bir şantaj silahı olarak da kullanıyor olabilir. Riskli olsa da amaca uygun bir manevra. Ancak hesaplanamayan, silahın yanlış patlaması hem tetiği çekeni hem de hedefi yok edebilir.
***
Diğer yandan Ortadoğu’da ilişkiler deyim tam yerindeyse tam Arapsaçına dönmüş halde. Çakışan menfaatler birbirilerine yakın gibi görünen ülkeleri uzaklaştırırken, uzak gibi görünen ülkeleri de yakınlaştırıyor.
Geçen haftanın en şaşırtıcı haberi Rusya, Suudi Arabistan ve Venezüella’nın bir toplantı yaparak petrol üretim kapasitesi üzerinde anlaşmış olmaları ve daha da şaşırtıcı olanı ise İran’ın toplantıda yer almamakla beraber alınan kararı memnuniyetle karşıladığını ve varılan karara mecbur olmadığı halde uyacağını açıklaması.
Bilindiği gibi, İran ve Suudi Arabistan’ın birbiriyle savaşmaması mucize gibi görünüyor şu günlerde. Rusya ve İran’ın Esad’a destek verdiği ve Suudilerin Esad’dan haz etmediği de gayet net biliniyor.
Öncelikli hedef olarak Esad’ı korumak ve IŞİD’i yok etmek olarak gören Rusya’nın Kürt silahlı gruplarına karşı olan destekleyici tavrı İran’la olan bağlarına zarar verebilir. Kaldı ki bu gruplar Türkiye’ye sorun yarattığı gibi İran’a da sorun yaratabilirler.
***
Hızla değişen dünya ve hızla değişen birliktelikler önümüzdeki günler için tahminde bulunmayı da zorlaştırıyor.