İtalyanlar, başlıktaki gibi “olacak, olacaktır” derken, Oscar Wilde ise “insanların yüzde doksanı yaşamazlar, sadece vardırlar” diye söylemiş. Evliya Çelebi ve yazar Jonathan Swift’in yarattığı hayali Lemuel Gülliver bile birçok insandan daha fazla yaşamış olabilir. Ben de olacakların olup durduğu, ölüler şehri İstanbul’dan, diriler şehri Floransa’ya geldim. Aslında tersi olması gerekir ya! Hani tarihi bakımdan ama bugünlerde değil! Hem de hiç değil…
İtalyanlar, başlıktaki gibi “olacak, olacaktır” derken, Oscar Wilde ise “insanların yüzde doksanı yaşamazlar, sadece vardırlar” diye söylemiş.
Evliya Çelebi ve yazar Jonathan Swift’in yarattığı hayali Lemuel Gülliver bile birçok insandan daha fazla yaşamış olabilir.
Ben de olacakların olup durduğu, ölüler şehri İstanbul’dan, diriler şehri Floransa’ya geldim. Aslında tersi olması gerekir ya! Hani tarihi bakımdan ama bugünlerde değil! Hem de hiç değil…
İstanbul’dan direkt İtalya-Bologna’ya uçtum. Oradan hızlı trenle hoop 25 dakika sonra Floransa’dayım. Tren istasyonu hem Bologna’da, hem de Floransa’da şehrin göbeğinde. Peronlar tertemiz, polisler her yerde, turistleri yan kesicilerden korumak için dikkat uyarılarını son derece sempatik yapıyor. Siyaset duymadığım ve Ankaralı görmediğim gözlerim daha bir parlamış olacak, omuzlarımdan aşağı bastıran ağırlığın İstanbul’da kaldığını hissettim. Tren istasyonun merdivenlerinden dışarı adım attığımda, yağmurlu Floransa’nın uzun taksi kuyruğuna rağmen, herkese çabucak sıra geldi. Sorunsuz stressizdik. Daha garda pazarlıkla pembe bir şemsiye edindiğim için rahattım. Tek sorun ıslanmak olsun…
Grand Tour isimli aile şirketinden kiraladığım şahane odalardan birine yerleştim. Kendi bahçesi olan, tarihi bir binada, üstelik şehrin göbeğinde olmasına rağmen gürültüden uzaktaydı. Çiçek bahçesine bakan tarihi bir odada kaldım. Sahipleri üst katta yaşıyor. Konforlu, fiyatlar gayet uygun. Kendi evimde kalıyormuş kadar rahat ettim.
İki sokak ötede, ‘La Menagere’ isimli cafe- restoran var. Sabah kahvaltısı, akşam yemeği hepsi şahane! Kitle gayet cool…
Duomo’nun olduğu meydan, epey turistik ama fındıklı dondurmayla ilk görüşte aşkımız oracıkta başladı. Nutella’nın daha hafif dondurma hali gibi…
Bu arada elimde hem klasik yöntem harita, hem de akıllı telefonun yönlendirmeli haritasına rağmen defalarca kayboldum. Ama kime sorsam neredeyse elleriyle beni adrese teslim edecek kadar kibardılar. Böyle iyi davranılmayı, pamuklara sarılmayı ve turist olduğun için, üzerime atlanmaması duygusunu özlemiş olacağım, sordum da sordum…
Michelangelo’nun meşhur Davut heykelini görmeye böyle gittim. Davut’u 360 derece görüntüledim. Poposu dahil her yeri aklıma kazındı. Ama aynı galeride, Lorenzo Bartolini’nin heykellerinin karşısında nutkum tutuldu. Hangi heykelin temsili olarak ölü, diri, mutlu, hüzünlü olduğunu, içindeki sanatı keşfetmeyenler bile algılayabilir. Yan taraftaki sanat okulunun bahçesine sızarken bunu düşündüm. Michelangelo ve Bartolini’nin yanı başında olduğu bir okulda okumak! Yürek lazım. Hani üstüne çıkmak isteyen olursa diye.
Galeri’de epey vakit geçirdikten sonra Floransa’nın meşhur etini tatmak üzere yola koyuldum. ‘Trattoria Nerone’ isimli restoranın, en lezzetlilerinden olduğu söylenmişti. Hakikaten öyleymiş. Hazmetmek için uzun yürüyüş şart!
O vesile, tepedeki ikinci Davut heykeline doğru yola koyuldum. Sana bir de tepeden baksam Floransa? Kuyumcuların olduğu ‘Ponte Vecchio’ köprüsünden geçerken manzara muhteşem görünüyor. Ama oraya varmadan yol üzerinde atlıkarıncanın olduğu ufak bir meydan var. Atlıkarıncanın hemen önündeki kemancıya para verin. Farkında değil ama o çalmasa, oranın atmosferi çok eksik kalırdı.
Lokaller kazıklamaya meğilli değiller. Sadece pazarlık yapın. Dükkan sahipleri, sevimli ve nezaket sahibi İtalyanlar, kazıklıyormuş gibi davranmıyorlar. Bizim Akdeniz sahillerinde sıklıkla maruz kaldığımız, zorla dükkana sokulma çabaları da yok. Side’de kapılarda ‘gel gel’ diye sürüklenen turist görmüş, biri olarak söylüyorum. Floransa’da, beğendiğiniz takıyı içeri girip sorana kadar tüm vitrinlere bakınmakta özgürsünüz...
Böyle bakına bakına Piazzale Michelangelo tepesine kadar yürüdüm. Tepeye tırmanan merdivenler insanın iflahını kesiyor! Değer mi? Kesin değer. Harika bir manzaraya bakıyorsunuz. Bütün Floransa ayaklarınızın altında… Yorgun savaşçı gibi nefes nefese, sana bir de tepeden baktım Floransa! Galiba seni yeneceğim! Derken, daha cümlemi noktalamadan Davut heykelinin müstehcen kısmıyla göz bir şey geldik… Neyse, merdivenleri güle oynaya inip, otelime kadar yürüdüm. İkinci günden itibaren içgüdüm mü, yoksa ben mi bilmiyorum! Şehri artık çözmüştüm.
Öte yandan, keşke tarif edebilsem ama ‘La Menagere Cafe’den, Davut heykeline giden galeri arasında kalan sokaklardan birinde ‘Carpe Diem’ isimli bir butik var. Sahibi tatlı dilli ve çok zevkli bir kadın… Güzel parçalar bulmak garanti ve fiyatları uygun. Sırf muhabbete bile gidilir…
Ertesi sabaha, Dante’nin yaşamadığı ama sonradan müzeleştirilen eviyle başladım. Çok ilgi çekici bulduğumu söyleyemem. Sadece çevre sokakları gezmeye değer. Bir de ayıptır söylemesi, arkasından konuşmak gibi olacak ama! Meğer Dante, sen ne kısa boyluymuşsun! Valla müzedeki kıyafetlerin ve yatağından durum acıklı olarak seni ele veriyor, benden söylemesi... Düşünsenize acaba Dante, Türkiye’de olsaydı, müzedeki eşyaları, mahkeme kararıyla falan uzatırlar mıydı?
Dante’nin defterine yazıp, müzeden aldığım kalemlerle yürümeye devam ettim. Yol üzerindeki Palazzo Vecchio, tarihi açıdan gezilmeye değer. Yer gök sanat misali. Hemen yan tarafında ise Gucci müzesi var. Kayda değer bir şey sergilenmiyor. Ama kahve molası vermek için keyifli bir yerleri var. Dananın kuyruğunun koptuğu yer ise aynı meydanda olan ‘The Uffizi Galery’. Kapıdaki kuyruğu görünce gözlerime inanamadım, içeri girmekten vazgeçtim. Anında yan çizdim ve program değiştirdim. Telefondan rezervasyon yaptırıp, ertesi gün gittim. O kuyruk çekilmez! Ama içerisi gezmeye değer.
Elimde pembe şemsiyemle, Floransa sokaklarını yürürken, yağmur hiç durmadı. Ancak asıl sürpriz, giremediğim Uffizi’yi biraz geçince, dar bir sokağın arasından belirdi. Lokal Floransa, oracıkta sanki dar bir geçişe gizlenmiş gibi görünüyor. Tam o sokağın arkasında, filmlerdeki İtalya var. Şahane küçük restoranlar, gerçek İtalya! ‘TuMiTurbi’ isimli küçük bir restoranda, kıymalı tagliatelle yemek şart olsun! Servis sıcak, insanlar şahane! Görmenizle, kaçırmanız an meselesi olan o dar sokak, dilerim size de kendisini açar.
Artık sanat Floransa’dan yükselmez, doğru. Ama makarna hâlâ burada en güzel ve İtalyanlar içten gülümsüyor. Yaşıyorsunuz…