Bu dünyaya, hele bugünkü gibi bir dünyaya bir çocuk getirilmez diyen çok olur. Dünya çocuk getirilebilir gibi gözüktüğünde ise çocuk sahibi olacakların bir ehliyet sahibi olması gerektiğine inanç artar. Dünyayı gelinmesi, yaşanması zor hale getirecek kafada çocuklar yetiştirmeyecek bir anne-babalık tarzı ütopyası (kimileri bunu bir distopya olarak da görebilirler), “otomobil için ehliyet, diploma aranıyor, anne-babalık gibi kritik bir iş için haydi haydi olmalı” sonucuna varır.
Bana da son cümlesi “değil mi doktor bey?” diye biten onaylatma cümlelerinde söylenenle ters düşmek pahasına söylemeliyim ki, çocuk sahibi olmak öncesinde bir kurum ya da kişiden ehliyet ya da izin alınarak daha iyi yapılması sağlanacak, sağlanabilecek bir işlem değildir.
Çocuk sahibi olmak, her bireyin kendindekileri ve kendisinden öncekilerden devir aldıklarını aktararak sürdürme hakkını bir eş ile ortaklaşa kullanması olarak da tanımlanabilir. Ancak anne-baba bu sürdürme hakkını kullanırken, çocuğu kendine ya da hayalindeki çocuğa benzetmeye çalıştığında işler karışır. Kendi benzerini ya da hayalindekini oluşturma arzusunun gerçekleşmemesi olasılığı anne-babayı endişeye ve aşırılıklara sürükler.
Oysa çocuğumuzla ilgili hayallerimiz bebek daha anne karnındayken (cinsiyeti, boyu posu vb) ‘yıkılmaya’ başlar. ‘Başarılı’ anne-babalar yıkılan her hayalin yerine yeni bir hayal koymakta ustadır, ana hedefleri çocuklarıyla ilişkilerini sürdürmektir. Bu emek ve bilgi gerektiren süreci, sevgi ve ilgi besler.
Anne-babalık ilgi, sevgi ve bilgi/emek işidir. Kulağa hoş geliyor ama klişe bir tanım olmadı mı?
İlgi göstermeden edemeyiz, bir bakıma ilgi göstermeye adeta programlıyızdır. Oksitosin, vazopresin gibi hormonal salgılar hem annede, hem de babada beyin dokusu ve davranış değişikliği yaratır. İlgi, bebeğin kendini kabul ettirebilme ve sevdirebilmek konusundaki yetenekleri sayesinde doğar. Bizi adeta sevmeye mecbur kılar.
Sevgi ise bebekle ilişkimiz çerçevesinde doğup gelişir. Kendi sevilmiş olduğumuz ölçüde başkalarını sevebildiğimizi düşünürsek, bize nasıl anne-babalık yapılmış olduğu da kendi anne-babalığımızı etkileyecektir.
Sevgi demişken, anne-babanın karşılıksız sevgisi denir, hep. Sevgi sahici anlamda karşılıksız mıdır?
Bence karşılığını uzun vadede almaya razı olduğumuz bir sevgi demek daha dürüstçe olur. Bebeğin bize kendini sevdirmesine olanak verecek bir biyolojik değişikliğin sağladığı ruh halimiz bebeğe verdiklerimizin karşılığını er geç alacağımıza, onun tam istediğimiz gibi bir evlat olacağına bizi inandırır.
Bizi hep sevecek birisi olması, bu kişinin kan bağımızla kopmaz biçimde bağlandığımız bir kişi olması fena bir karşılık sayılmaz; adeta bir hayalin gerçekleşmesi gibidir.
Sevgi ve ilgi doğuştan, biyolojik mekanizmalarla dedik. Bilgi ve emek kısmı ise sonradan eklenen. Öyle mi?
Bilgi ilgi ve sevgimizin sağladığı enerjiyle çocuğun gelişimini yönlendirmemizde etkili olur. Örneğin, çocuğun kendi istediğimiz gibi olamayacağını bilmek, ilgi ve sevgimizin karşılığını çocuğumuzun bize vermeyi tercih edeceği şekilde almayı kabul etmemizi sağlar. Anne-babalara çocuklara ve çocuklarla ilgili duygularına ilişkin bilgi vermek ‘ehliyet’lerini geliştirir. Ülkemizde AÇEV gibi kuruluşların yaptığı anne ve baba destek eğitimlerini alanlar çocuklarını “olduğu gibi ve olacağı gibi” kabul ettiklerinde hayatın daha mutlu olduğunu söylüyorlar.
Anne-babaların bir önemli özelliği, sevgi ve ilgi düzeyleri ölçüsünde rahatlarını bozabilmeleri, rahatsız olmaya katlanabilmeleridir. Kendi istek ve hayallerimiz ile çocuklarımızın yapabildikleri ve yapmak istedikleri arasındaki çelişkileri kabul etmek ve bu rahatsızlığa katlanmak başlı başına emek gerektirir.
Çocuk merkezli hayat istemeyen, proje çocuk yapmayacağız diyen anne-babalar çocuklar büyüdükçe bu fikirlerinden sanki uzaklaşıyorlar. Karşıyız dedikleri şeyleri yapıyorlar. Bir açıklaması var mı?
Karşı olduklarını söyledikleri birçok şeyi yapan anne-babaya hayret etmemek lazım. Pek hoşlanmadıkları insanlarla sırf çocukları için arkadaşlık eder, ideallerinde olmayan hatta karşı oldukları şeyleri (sınav hazırlığı, cumartesi aktiviteleri gibi) gerektiğinden ötürü yapar, hayatlarını hep karşı oldukları ‘çocuk merkezli’ biçimde sürdürenleri eleştirirken, doğru olduğu konusunda yaygın bir mutabakat olan bir şeyi yapmamış olmanın yükünü akla getirmeliyiz. Çocuk gelişimi konusunda değişik iddia ve efsanelerin nasıl hızla yayıldığını, modaların, cafcaflı formüllerin anne-babaları ne kadar çok etkileyebildiğini görmüyor muyuz? Eksik bir şey yapmış olma fikri bile birçok anne-babanın aklını kilitleyebilir.
Çocuk sahibi olmamak bir eksiklik midir? Çocuk sahibi olmak şart mıdır?
Bu sorulara tam ve doğru bir yanıt verebileceğimi sanmıyorum. Ama beraberce düşünmek için aklımdakileri yazayım.
Genç ve çocuksuzken, arkadaşım olan çocuklu çiftlerin sürekli çocuklarından bahsetmesi, dünyayı ve hayatı çocuklarını hesaba katmaksızın değerlendirememesi açıkçası sinirime dokunurdu. Çocuk sahibi olup da kendimi aynı takıntılı konuşmaları yaparken bulduğumda nedense hiç şaşırmadım, öyle olması gerektiğinden adeta çok emindim.
Keskin bir ruh durumu değişikliği yarattığı kesin olan çocuklu hayatta öncesi hiç olmamışçasına bir his, birçok kişi için açık ve net bir hedefe dönük bir koşu ve hiç umduğumuz, beklediğimiz gibi olmayan sayısız olay vardır.
Anne-babalık bu yakın ilişki içinde ortaya çıkan beklenmedik, umulmadık olaylara ayak uydurmayı, eksiklere tahammülü, hayal kırıklıklarından sevinç ve umut çıkarmayı öğrenmek için birçok fırsat verir.
Bu fırsatlar anne-baba olmasak da elimize geçmez mi? Tabii ki, geçer. Her anne-baba bu fırsatları kullanır mı? Tabii ki, kullanamaz.
1 Hürriyet, 7.2.16, Yenal Bilgili’nin sorular›na verdi€im cevaplar›n tam metni.