Petrol, tüm spekülasyonlara rağmen talebi her sene artan ve talepteki düşüşü kriz sebebi sayılan en önemli hammadde. Belli bir noktadan sonra petrol fiyatının düşüşü petrolü ithal eden ülkeler için bile sorun teşkil eder. Kaldı ki gelişmiş ülkelerin en önemli müşterileri petrol üreten ülkelerdir. Petrol fiyatlarının düşüşü ekonomik durgunluk göstergesi olması sebebiyle ve diğer hammadde maliyetlerini düşürmesi sebebiyle diğer hammadde, yarı mamul ve son ürün fiyatları üzerinde son derece büyük etkisi var. Petrol fiyatlarının aşırı düşük noktalara inmesi negatif enflasyon üzerinde (Türkiye’de değil) dünyada baskı yaratır. Enflasyon borcu büyütür, negatif enflasyonsa sisteme olan güvensizliği yansıttığı için sistemi çökertme tehlikesini getirir.
Petrolü manipüle edense hiç şüphesiz ABD’dir. Bu durumu ABD’nin geçen sene petrol ihracını serbest bırakması, Suudi Arabistan’ın petrol politikalarına doğrudan müdahil olmasından anlayabiliriz. Petrol fiyatında bir uzlaşı aslında açıkça söylenmese de politik arenada bir ateşkes anlamındadır.
Ekonomik türbülanstan kimin sağ çıkacağı, kimin yok olup gideceği kesinlikle bilinemez. Türbülansa son derece zayıf konumda görünen bir şirket türbülans sırasında kaynaklarını son derece doğru kullanarak son derece kârlı çıkabildiği gibi, Deutche Bank örneğinde olduğu gibi son derece güçlü ve sarsılmaz gibi görünen şirketler “batmıyoruz, merak etmeyin” gibi ürkütücü açıklamalarda bulunmak zorunda kalabilirler.
Petrol üzerinden dünya ekonomisine geçersek, dünya ekonomisini ABD yönetir. Hangi metanın veya para biriminin düşeceğine ABD karar verir. Aynı şekilde hangi ülkenin ekonomik krize gireceğine, hangi ülkenin refah içerisinde yaşayacağının tamamının kararı ABD’nin inisiyatifindedir. Bu bir gerçek.
Çin, ABD ile koordineli olduğu (ABD’nin ihraç ettiği tahvilleri aldığı ve tuttuğu) müddetçe büyüyebilir. Aksi taktirde büyük bir balondan başka bir şey değil. Bunu unutmamalı.
Rusya’nın tek doğru dürüst geliri doğalgaz ve petrol. Petrol değerli oldukça, varlar. 1992 krizini yaşayıp ve yaşamamaları da petrolün fiyatına bağlıydı. Ancak hiçbir zaman hiçbir şekilde ders almazlar ve petrol yükseldiği anda aynı vurduymazlıkla har vurum harman savurmaya devam ederler.
Avrupa ise demokrat gibi görünen, çok konuşup hiç bir şey yapamayan entelektüeller sürüsüdür. Sürekli birbirlerini hor görmekle ve dışarılarında olanları ise topluca hor görmektedirler. Hiç bir işe yaramayan, Avrupa’da yaşayanlardan ziyade Avrupalı bankaları kurtarmaya yönelik ekonomik paketlerle günü kurtarmaya çalışmaktalar. Demokrat görünmekle beraber aslında gizli gizli faşizandırlar. Korkaklıklarının ve tembelliklerinden kaynaklanan başarısızlıklarının sorumlusu olarak da hep yabancıları görürler.
Dünya ekonomisini ABD yönetiyorsa başkanlık yarışı da bir o kadar dikkatle takip edilmeli. Bu sene ABD Başkanı aday yarışları başkanlık seçimi kadar ilginç geçmekte. Cumhuriyetçi Parti’de Donald Trump’ın önde gitmesi, hem dünyada hatta Cumhuriyetçilerde bile kaygı uyandırmakta. Trump son derece zeki bir işadamı. Söyledikleri kendi fikirleri olabileceği gibi bazı insanların duymak istediklerini de söylüyor olabilir. Trump’ın servetine sahip bir insanın, halk arasında yaptırabileceği anketlerle halkın ne duymak istediğini anlaması son derece kolay. Bilindiği üzere ABD’de halkın seçimlere katılımı son derece düşüktür. Bu, genellikle halkın seçim sonuçlarının insanların hayatını etkilemeyeceğine olan inançtan ve/veya söylenmese de sisteme olan güvensizlikten kaynaklanır. Cumhuriyetçi Parti’den aday olabilmesi halinde Trump’ın başarısı sandığa gitmeyen kitleyi harekete geçirmesine bağlıdır. Bunu becerirse Trump’ın kazanması hiç de şaşırtıcı olmaz.
Dünyayı yakından ilgilendiren bir diğer mesele ise nükleer anlaşma ile uluslararası sisteme geri dönüş yapan İran ve geçen haftaki seçimler. Burada hatırlanması gereken önemli bir nokta var. İran’da sistem zaten çöktü. Ancak bürokratik, askeri, dini elit yapı, kişilerden bağımsız sağlam bir yönetim şekli kurmuştur ki sistemin çökmediği yanılsamasını yaratmaktadır.
Ekonomik krizin İran’ı yıkamadığı veya sarsmadığı doğru değil. Vebanın Ortaçağ’da Katolik Avrupa’ya yaptığını, ekonomik yaptırımlar İran’a yaptı. Etkisi hemen görülemez ama bundan 100 yıl sonra, İran’daki tahribatı gelecek nesiller görecek.
İran rejiminin en çok önem verdiği ‘ahlak değerleri’ ise ekonomik krizle allak bullak oldu. Şu anki İran rejiminin Humeyni zamanındaki katı aşırı tutucu rejimle pek bir alakası kalmadı. Rejimin yarattığı yönetici sınıf iktidarı elinde tutmakla beraber İran’ın değişmediğini söylemek mümkün değil. Kaldı ki, bu dini-bürokratik yönetici kesimin iktidarı elinde tutmak için değerlerinden inanılmaz tavizler vereceğini, hatta dini topluma göre reforme edeceklerini öngörmek hiç de zor değil.