Geçtiğimiz on küsur yıldan beri yalan yanlış bir tarih anlatılıyor ve maalesef bu tarihin yazılmasına da memleketimin sözüm ona aydınları vesile oluyor. Bu dönemde pek çok ‘entelektüel’, resmi tarihi kötüleyerek “Ezberleri bozuyoruz” sloganlarıyla kendi uydurdukları tarihi, bir tür ‘resmi tarih’ olarak kullanıma sundular ve herkesten itaat beklediler.
Geçtiğimiz on küsur yıldan beri yalan yanlış bir tarih anlatılıyor ve maalesef bu tarihin yazılmasına da memleketimin sözüm ona aydınları vesile oluyor. Bu dönemde pek çok ‘entelektüel’, resmi tarihi kötüleyerek “Ezberleri bozuyoruz” sloganlarıyla kendi uydurdukları tarihi, bir tür ‘resmi tarih’ olarak kullanıma sundular ve herkesten itaat beklediler.
Tarihi yeniden yazmak zannedildiği kadar zor değildir. Daha önce yazılan tarihte göz ardı edilen olayları ön plana çeker, yeni kurduğunuz hikâyede tutarlılık sağlamak adına başka birtakım olayları göz ardı edersiniz. Tarihi okuyucuya sunarken, hikâyenizde olaylara yer verir, ancak olayların geçtiği bağlamları atlayıverirsiniz. İşte bizde son yıllarda yapılan tam olarak da bu. ‘Cumhuriyet’in Beyaz Mağdurları’ diye kitap çıkarıp içine Atatürk’ün köpeği Fox’u ‘Cumhuriyet’in dört ayaklı mağduru’ başlığıyla yerleştirmek için geniş bir tarih bilgisine değil, vermek istediğiniz net siyasi mesaja ihtiyaç vardır; gerisi tarihten alınacak birkaç magazin haberi değerinde bilgidir.
Kadınlar Günü vesilesiyle bu yazımızın konusu, hayat hikâyesi Cumhuriyet ve tek parti dönemi kötüleme için bulunmaz nimet olan Osmanlı feministi Nezihe Muhiddin. 1889’da Kandilli’de iyi bir ailede doğup özel eğitim alan Nezihe Hanım, 15 Haziran 1923’te ‘Kadınlar Halk Fırkası’nın kurulma kararı alınmasına vesile oluyor, ancak izin verilmiyor. Bu olay bize “Cumhuriyet tarihinin, Halk Fırkası’ndan da önceki ilk siyasi partisiydi” diye anlatılıyor, doğru bilgi verilerek nasıl çarpıtma yapılır konusunda ders olur bu. Halk Fırkası’nın kuruluşu 9 Eylül 1923, bu yönüyle doğru bir bilgi bu. Ancak ilkokullarda da öğretildiği üzere Cumhuriyet’in ilan edilişi 29 Ekim 1923, dolayısıyla ortada kurulmuş bir Cumhuriyet olmadığı için Cumhuriyet’in ilk siyasi partisinden de söz etmek mümkün değil.
Partinin kurulmasına izin verilmemesinin gerekçesi olarak 1909 tarihli Seçim Kanunu’nun kadınların siyasi temsiline izin vermediği gösteriliyor. Peki, bu bir bahane mi? Bu bir bahaneden çok, TBMM’nin kendini nerede konumlandırdığıyla ilgili siyasi bir mesaj. Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin İstanbul işgal edildiğinde dağıtıldığından ötürü görüşmeleri yarım kalan Ağnam Resmi’nin, TBMM’nin 1 numaralı kanunu olduğu düşünüldüğünde, bir devamlılık iddiasında olan meclisin, 1909 tarihli Seçim Kanunu’nu bahane olarak kullanmaktansa, iddiasının gereğini yerine getirmek için uygulamış olduğunu düşünmek çok daha makul. Zaten meclis ilerleyen yıllarda yeni kanunlarla eskiden devraldığı mirası değiştirecektir.
İzin alınamayınca bu grup Kadınlar Birliği’ni kurar. Ancak Nezihe Muhiddin kurucularından olduğu, yolsuzluk iddialarıyla soruşturma açılan bu birlikten 1927’de ihraç edilir. Bu olay, ‘alternatif resmi tarih’ tarafından, adı yolsuzluklarla yıpratılmak suretiyle sindirilmeye ve siyaset sahnesinden silinmesine çalışan bir öncü kadının acıklı hikâyesi olarak anlatılıyor; böylece kadın kahraman yaratıyor gibi gözükerek zaten kahraman olan bir kadını, belli bir dönemi karalamak için nesneleştiriyorlar aslında. Oysa bu ihraç ve yolsuzluk suçlamaları, devlet baskısından çok bir birlik içi muhalefete işaret ediyor. Yolsuzlukla suçlanan Muhiddin, her ne kadar bunlardan beraat etse de, ihraçtan kurtulamamış, ancak iddia olunan bu suçun sonucu olarak açılan hukuki süreç, 1929 tarihli Af Kanunu’yla sonuçlanmış. Yani Muhiddin’in adı, iddia olunduğu gibi ‘müfteri devlet’ tarafından lekelenmez, tam tersine, bir yükten de kurtulmuş olur afla.
İlerliyoruz. 5 Aralık 1934’te 1930 yılında başlayan süreç nihayete eriyor ve Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan bir değişikle kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınıyor. Bu değişiklikten sonra yapılan ilk seçimde Meclis’e 18 kadın milletvekili giriyor ve birlik, amaçlarını gerçekleştirdiği gerekçesiyle kendini feshediyor. Bu fesih de bize imalarla anlatılıyor, sanki aslında kendileri feshetmemişler de talimatla gelen bir kapatma kararını efendi gibi uygulamışlar sonucunu çıkarmamız isteniyor. İkincisi, birliğin hikâyesi 1935’te bitiyor bu tarih anlatımında. Oysa birlik, 1949 yılında, edinilen hakların korunması ve geliştirilmesi gerekçesiyle aralarında Mevhibe İnönü’nün de bulunduğu bir grup kadın tarafından tekrar kuruluyor, ancak halen aktif olan bu birliğin tekrar kurulduğu nedense anlatılmıyor. Üçüncüsüyse, “Cumhuriyet’in bir kenara iteklediği” Nezihe Muhiddin’in seçme ve seçilme hakkının verilmesinden hemen sonra ilk seçimde İstanbul’dan bağımsız aday olduğu, anlatımlarda geçiştiriveriliyor. Yazılarda teğet geçilen bilgilerden biri de, Nezihe Muhiddin’in İstanbul’un işgali ardından toplanan Milli Kongrelerde delege olduğu. Bu ikisinden çıkarılan sonuç kimsenin Muhiddin’i tecrit etmediği gerçeği olduğu için, bu bilgileri yazı içinde kısaca geçiştiriyoruz, yerlerse!
Muhiddin sonrasında öğretmenliğe devam ederek ve romanlarını yazarak hayatına devam ediyor ve hayatı 1958’de akıl hastanesinde sonlanıyor. İşte bu ölüm dahi siyasi çarpıtmalar için kullanılıyor: “Cumhuriyet’in delirtip bir köşeye ittiği kahraman bir kadın akıl hastanesinde ölüyor.” Hemen 1958’den 1889’u çıkaralım, 69. Bu yaş bugün bile pek çok insanın bunama belirtileri gösterdiği bir yaş, ortalama insan ömrünün daha kısa olduğu 50’li yıllarda, 69 yaşında bir kadının, muhtemelen tedavisi hâlâ mümkün olamayan ileri yaşa bağlı rahatsızlıklardan biri dolayısıyla vefat etmesinde, siyasi gerekçe aramak ancak art niyetliliktir.
Gelelim Cumhuriyet’in Osmanlı kadın hareketini bastırdığı iddiasına. O yıllardaki toplumun kabaca özetini çıkarırsak, sanayi adına hiçbir şey yok, okuma yazma oranı düşük, kadınlarda çok daha düşük. Osmanlı kadın hareketi bir avuç yüksek sınıflardan ailelerin, iyi eğitim almış kızlarıyla sınırlı ve etkisi zannedildiği kadar büyük değil. Ne kadar örgütlü olurlarsa olsunlar, köylerdeki kadınlara Osmanlı feministleri değil, Cumhuriyet ulaştı. Kaldı ki laiklik ilkesinin Anayasa’ya girmesi 1937 yılını buluyor, laikliğin benimsenmediği bir toplumda kadın haklarını yerleştirmenin çok mümkün olmadığı düşünülürse, 1935’te alınan seçme ve seçilme hakkının dahi ne kadar erken olduğu görülür.
Tarihsel koşulları bir kenara bırakıp olaylardan da sadece işimize gelenleri alarak yaptığımız anlatılar, bir avuç abuk sabuk konuşmadan öteye bir değer taşımazlar, son yıllarda tarih niyetine anlatılan pek çok masal gibi. Bu yazı vesilesiyle hem öncü kadınlar ve Cumhuriyet’in kadınlara hak tanıyan liderlerini anmış olalım, hem de günümüzü kutlayalım: Tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu mutlu olsun!