Hep buradaydık…

Gün yok ki yeni bir terör saldırısı ile sarsılmayalım. Kızılay, Beyoğlu… Yaşamlarını yitiren çocuklar, gençler, bihaber turistler… Diğer yandan da geçen hafta 101 yıl önce Çanakkale’de ve Birinci Dünya Savaşında bu ülke uğruna yaşamlarını yitiren şehitlerimizi andık.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
23 Mart 2016 Çarşamba

Ankara’da geçen hafta gerçekleştirilen terör saldırısından henüz bir hafta dahi geçmeden İstanbul’un merkezi Beyoğlu’ndaki canlı bomba saldırısı ile sarsıldık. Bu defa bulgular IŞİD’i işaret ediyor.

Hayat alanımızı daraltırsak kaybederiz!’ şeklindeki ünlü psikiyatrların önerilerine, ‘terörle yaşamaya alışmayacağız’ türü sloganlara karşın tedirginlik had safhada, korku aldı yürüdü.

Nişantaşı’nda yürüyorum; ana caddede pek çok dükkânın kepenkleri kapalı, her yer bomboş, o oturacak yer bulmakta zorlanılan mekânlarda tam bir sessizlik hâkim, yolda yürüyen az sayıda insan ise endişeli.

Tabi ki terörü lanetlemek lazım, bir an önce bu paranoyadan kurtularak günlük yaşama dönmek lazım. Bu saldırıların din, dil, ırk ayırımı gözetmeksizin tüm insanlığa yöneldiğini de biliyoruz.

Beyoğlu’nda yaşamlarını yitirenlerden üçünün İsrail turisti olduğunun anlaşılmasından sonra AK Parti Eyüp Kadın Kolları Tanıtım ve Medya Birim Başkanı İrem Aktaş’ın Twitter hesabında; “Beter olsun İsrail vatandaşları. Keşke yaralanmayıp hepsi ölseydi” mesajı büyük tepki topladı, partisinden ihraç edildiği bildirildi.

Ne yazık ki; “Taksim’de hayatlarını kaybedenlerin üçü İsrailliymiş. Kendi kazdıklarına düşmüşler”, “Tek sevindirici haber ölenlerin üç tanesinin İsrailli Yahudi olması”, “Ölenlerin üçü İsrailli, biri İranlıymış. İranlıya yazık oldu. Allah’tan Türk kardeşimiz ölmedi”  türünden ve ağza alınamayacak küfürler içeren çok sayıda mesaj antisemit, ayırımcı düşüncelerin ne denli yaygın olduğunu gösteriyor.

İnsanlık adına utanıyorum. 

***

Geçtiğimiz hafta BGST’in (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu) garajistanbul’da sahnelenen ‘Kim Var Orada? Muhsin Bey’in Son Hamlet’i’ oyununu izledim. Şalom Tiyatro Yazarı Erdoğan Mitrani’nin alanına girmeden son yıllarda izlediğim en iyi eserlerden biri olduğunu söyleyebilirim.

Oyunda, Cumhuriyet’in ilanından sonra, modern Türk Tiyatrosu inşa edilirken ‘unutturulan’ koca bir tarihe, pek çok Ermeni tiyatrocunun hasıraltı edilmelerine değiniliyor. Batı anlamında tiyatronun kurucusu olarak bilinen Muhsin Ertuğrul yol arkadaşı, ustası Vahram Papazyan ile farazi bir yüzleşmede ikilemlerini, resmi makamların dayatmalarını ve çaresizliğini ortaya koyarken bir anlamda geçmişe ve dolaylı olarak günümüze eleştirel bir bakış getiriyor.

Daha evvelce de bir yazımda; ‘Paris’ten Pera’ya Sinema ve Rum Sinemacılar’ adlı kitaba değinmiş ve Türkiye’yi 19. yüzyılın sonunda sinema sanatı ile tanıştıranlar arasında Petrakis Raftopulos, İstanbul’un günlük yaşamını ilk kez görüntüleyen kamera operatörü Fenerli Dimitris Meravidis gibi sanatçıların yer aldığını belirtmiştim.

Geçtiğimiz hafta da ‘Çanakkale Savaşı, 1. Dünya Savaşı ve Osmanlı Yahudileri’ sergisi TBMM Mustafa Necati Kültür Evi’nde açıldı.

TBMM Başkanvekili Ahmet Aydın açılışta yaptığı konuşmada; “Kuşkusuz vatanları için hiç düşünmeden ölüme giden Osmanlı vatandaşları arasında Cumhuriyetimizin kuruluşunda önemli görevler üstlenen ve bugün de toplumumuzun ayrılmaz bir parçası olan Yahudi vatandaşları da bulunmaktaydı” dedikten sonra bazı ‘marjinal’ kesimlerin Yahudi vatandaşlarına yönelttikleri nefret söylemlerinin, vatan şehidi olmuş bu kişilerin anısına karşı büyük saygısızlık olduğunu vurguladı.

Sosyal medyada; “Din ve ırk farkı gözetmeksizin ülkemiz için şehit olan tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet dilerim. Ruhları şad olsun” türünden gönderilen sayısız mesajın yanı sıra, nadir de olsa, aşağıdaki gibi insan yüreğini dağlayan satırlara da rastladım:

Neden ölülerinize İslami terimlerle, mertebelerle hitap ediyorsunuz? Bu ne ikiyüzlülük! Hem Müslümanları hunharca katledeceksin, sistematik soykırım planı yürüteceksin, bir de leşlerinize İslami mertebeler vereceksin! Ayrıca buradan Müslüman (!) olup ta ölen Yahudiler için üzülen, rahmet dileyenler; ‘ne yaptığınızın farkında mısınız?’ Kalbi kâfir münafık ölene rahmet okunmaz.”

Böylesi çarpık düşüncelerin yaygın bir kanıyı temsil etmediğine ve TBMM Başkanvekilinin belirttiği gibi marjinal kesimlerden geldiğine inanıyorum. Ayrıca Birinci Dünya Savaşı sırasında, diğer azınlık unsurlar gibi, Osmanlı uyruğundaki Yahudilerin de çoğu Müslüman hemşehirlilerinin yanı sıra, çeşitli cephelerde can vermiş olmaları son derece olağandır ve aksi düşünülemez.

Ancak o yıllarda, yeni Cumhuriyet’in temellerini homojen bir yapı üzerinde kurmak isteyen ideolojinin, dönemin koşulları ve Batı’da dahi geçerli olan ulusalcılık akımlarının etkisinde olduğu bilinmektedir.  Bu görüş doğrultusunda Türk tiyatrosu veya sinemasının öncüleri arasında yer alan farklı dini inançlara sahip azınlıklar hasıraltı edildiği gibi Osmanlı ordusu ve Kurtuluş Savaşında yaşamlarını yitiren Yahudi askerlerinden de söz edilmemiş olması anlayış ile karşılanabilir.

Aynı şekilde söz konusu azınlıkların her alandaki katkı ve başarılarını günümüzde gündeme getirmeleri de en azından tarihi gerçekçilik adına doğru bir davranıştır.

Yine de ‘niye şimdi’ sorusunu sormaktan kendimi alamıyorum. Özellikle niye şimdi Türk Yahudileri böylesi bir ilgiye mazhar oluyorlar? Taktiksel nedenler veya verilmek istenen mesajlar ne olursa olsun, nüfusunun büyük bir bölümünün hayatında bir kez bile olsun bir Yahudi ile tanışmamış olan bir toplumda bu tür açılımların yararı ise tartışılamaz.