İsrail’in gücünün yansımaları

Umut UZER Köşe Yazısı
30 Mart 2016 Çarşamba

Sekiz milyonluk bir nüfusa sahip olan İsrail’in dünyadaki güçlü devletler arasında yer aldığı tarafsız araştırmalarda ve bizzat o ülkenin başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından kabul edilmektedir. Nitekim U.S. News and World Report adlı dergi İsrail’i dünyanın en güçlü sekizinci ülkesi olarak tanımlamış olması şaşırtıcı gelebilir. Amerika, Rusya, Çin gibi devletlerin sıralamanın en başında olması normal olmakla beraber, İsrail’in güç unsurlarının en önemlileri arasında bulunan nüfusunun az olması bir dezavantaj olarak görülebilir. Ancak nükleer silahlara sahip, ileri teknoloji ve tarımda son derece gelişmiş bir ülke olan İsrail’in nüfus eksikliğini başka yollardan kapattığı anlaşılmaktadır. 

İsrail’in güçlü olduğu olgusunu dünyayı Yahudilerin yönettiğine dair komplo teorilerinin ifadeleri ile karıştırmamak gerekmektedir. Dünya nüfusunun çok küçük bir oranına tekabül eden Musevilerin güçlü oldukları daha doğrusu dünyayı yönettikleri iddiası Siyon Liderlerinin Protokollerinden beri bütün komplo teorilerinin merkezinde yer almaktadır. Vurgulanması gereken nokta İsrail güçlü olsa da dünyada yaşayan Yahudiler arasında her halkta mevcut olduğu gibi başarılıların ve başarısızların, zenginlerin ve fakirlerin mevcut olduğudur. Özellikle unutulmaması gereken bir husus Amerika’daki en fakir köyün New York’un kuzeyinde tamamına yakını Yahudilerden müteşekkil Kiryas Joel’in varlığıdır. Bu yerleşimde ağırlıklı olarak Haredi Yahudiler yaşamaktadır ve yüzde seksen civarında Yidiş konuşulmaktadır. New York’un Brooklyn ilçesindeki Williamsburg mahallesinden New York’un kuzeyine göç eden Macaristan kökenli Satmar Yahudileri, burada dikkat çekici yaşam tarzlarıyla yaşamlarını sürdürmektedir. 

Bu bağlamda, Yahudilerin güçlü oldukları iddiası, gerçekten güçlü olan İsrail Devleti ile dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Yahudilerin birbirleriyle karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla 2000 yıllık Diaspora hayatından sonra İsrail Devleti’nin kurulması ile ekonomik ve askeri olarak güçlü bir İsrail’in adım adım ortaya çıkması, Yahudiler ve güç kavramını eşanlamlı gibi algılanmasını beraberinde getirmiştir. Ayrıca dünyadaki bazı zengin Yahudileri örnek göstererek bütün Yahudileri zenginmiş gibi algılamanın son derece sorunlu olduğunu söylemek gerekmektedir. Öbür taraftan İsrail’in örneğin Amerika’daki etkisi üzerinde durulduğu zaman bazı kesimler bunun klasik antisemit düşüncenin bir yansıması olarak algılamakta ve korkmaktadırlar. John Mearsheimer ve Stephen Walt adlı Amerikalı iki akademisyen The Israel Lobby and U.S. Foreign Policy (İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası) adlı kitabı yazdıkları zaman yukarıda bahsettiğim suçlamalara haksız bir şekilde maruz kalmışlardı. Ancak yazarlar bir komplodan ziyade Amerikan sisteminin özellikle de Kongre’nin lobilere ve baskı gruplarının etkisine açık olması sebebiyle çeşitli etnik ve çıkar gruplarının yasama ve politika yapımı üzerinde etkili olma çalışmalarını araştırmışlar ve bu bağlamda İsrail lobisini analiz etmişlerdir.

Bu tartışmalara sonradan katılan Peter Beinart, The Crisis of Zionism (Siyonizmin Krizi) adlı kitabında ise Amerikalı Yahudiler olarak ABD’de güçlü olduklarını kabul etmenin zamanının geldiğini ve bu ülkedeki Yahudilerin çok yüksek oranlarda liberal Demokrat Partiye oy vermelerine rağmen derneklerin ağırlıklı olarak muhafazakâr olmasını bir çelişki olarak anlatmaktadır. Daha da önemlisi asırlarca güçsüz olan Yahudilerin artık İsrail ve Amerika’da güçlü olduklarını ancak bu durumu tam olarak kabul etmekte zorlandıklarını yazmıştır.  

Bütün bu tartışmalardan sonra Binyamin Netanyahu’nın geçen yıl, 3 Mart 2015 tarihinde Amerikan Kongresinde yaptığı konuşma üzerinde durmak istiyorum. Şalom gazetesinin “Fırtına gibi esti” başlığıyla aktardığı bu konuşmada Netanyahu özellikle Amerika ile İran arasında yürütülen nükleer enerji alanındaki müzakerelere karşı çıkmış ve bu ülke ile yapılacak bir anlaşmanın bölgedeki ve dünyadaki ülkeler için ciddi bir tehdit teşkil ettiğini ayrıntılı bir şekilde tartışmıştır.

Amerikan Başkanı Barack Obama’nın iznini almadan Kongre’deki Cumhuriyetçilerle anlaşarak Amerikan Kongresine, aynen İngiliz Başbakanı Winston Churchill gibi, üçüncü kez hitap eden Netanyahu’nun bu davranışı, bazı Demokrat Partili üyelerin tepkisini çekerek, konuşmasını boykot etmeleri sonucunu getirmiştir. Amerikan hükümetinin karşı olduğu nokta İsrail’de seçimlerin yapılmasından çok kısa bir süre önce böyle bir hitabın zamansız olduğu eksenindeydi. 

Ancak benim asıl üzerinde durmak istediğim nokta Netanyahu’nun şu sözleridir: “Size garanti verebilirim ki Yahudi halkının soykırımcı düşmanları karşısında pasif kaldıkları günler geride kaldı.” Ayrıca egemen bir devlete sahip olan Yahudilerin “100 nesilden beri ilk defa” düşmanları karşısında kendilerini savunabileceklerini ifade etmiş; her ne kadar Amerika’nın İsrail’in yanında olduğuna inandığını vurgulasa da, gerekirse İsrail’in İran’a karşı tek başına harekete geçebileceğini de açıkça söylemiştir.

Netanyahu’nun İran’ın Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’i hakimiyeti altında tuttuğuna dair abartılı sözlerini ve İran konusundaki değerlendirmelerini bir yana bırakıyorum. Asıl üzerinde durmak istediğim yönü İran’ı İsrail ve dünya için ciddi bir tehdit olarak görse de İsrail Başbakanı ülkesinin bu tehdidi bertaraf etmek için yeterli gücü olduğuna dair sözleridir. Dolayısıyla İsrail’in gücü en üst düzeyde ifade edilmiş olup, çeşitli indekslerce de onaylanmıştır.

Ancak şu da ifade edilmelidir ki, birçok emekli İsrailli general, İran’a karşı bir askeri müdahalenin başarılı olamayacağına dair demeçler vermişlerdir. Dolayısıyla İran meselesi son derece karmaşık olmasının yanında Netanyahu’nun bu çabaları İran ile P5 + 1’in yani BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesi ve Almanya’nın bir anlaşma imzalanmasını engelleyememiştir. Bu anlaşma sonucu yaptırımların kısmen kaldırılması üzerine özellikle Avrupalı şirketler İran pazarından pay kapmanın peşine düşmüşlerdir.  

Bunun dışında, İsrail bütün askeri gücüne rağmen Filistin meselesini askeri tedbirler ile çözememektedir. Birinci İntifada’da (1987-1992) taşlar ve son saldırılarda mutfak bıçakları toplumda bir güvensizlik havasının esmesine yol açmıştır. Bu da bir devletin gücünün çok katmanlı olduğu, askeri ve ekonomik unsurlar gibi katı boyutları da olsa meşruiyet, ulusal cazibe, kültür ve spor gibi yumuşak güç faktörlerinin de unutulmaması gereğini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda diplomatik görüşmelerin barışa ulaşmak için yegane yöntem olduğunu tekrar hatırlamakta fayda vardır.       

Son not

Netanyahu’nun konuşmasının tam metni ve ülkelerin güç sıralaması için aşağıdaki linklere bakılabilir.

https://www.washingtonpost.com/news/post-politics/wp/2015/03/03/full-text-netanyahus-address-to-congress/

http://www.usnews.com/news/best-countries/power-rankings