19 Mart 2016. Saat 11.00 suları. Telefonuma ardı ardına düşen mesajlarla terörün bu kez evim İstiklal Caddesini hedef aldığını öğreniyorum. Kısa bir süre sonra bu kez Nişantaşı’nda bir patlama olduğu söylentisi dolaşıyor. Hızlıca annemi, sevdiklerimi arıyorum. Herkes yerli yerinde, Nişantaşı bilgisinin asılsız olduğu anlaşılıyor. Sevdiklerimi usulca tembihliyorum. “Aman dışarı çıkmayın, anne hemen eve döner misin lütfen? Etraf karışık.” İnsanlar korku ve endişe içinde kalabalık yerlerden uzaklaşmaya, hatta evden dışarı çıkmamaya karar vermişler. Annem Pangaltı’da markette sıra olduğunu yazıyor. Neredeyim ben? Bugün hiç evde oturasım yok. Peki ya saldırıların arkası gelirse? Telefona yağan mesajları okumaya devam ediyorum. Yakında planlanan cemaat etkinlikleri, ertesi gün sinagogda gerçekleşecek düğün töreninin de “ailelerin inisiyatifinde” iptal edildiğini öğreniyorum.
Aradan geçen bir haftada bu kez Brüksel saldırısının şokunu yaşıyoruz. Havalimanında daha fazla sivil polis ve metrolarda da artık çanta kontrolü ile karşılaşıyorum. Peki, bunlar içime su serpiyor mu? Tabii ki hayır. Cumartesi sabahı bu kez Habertürk gazetesinde okuduğum haberle irkiliyorum. Gaziantep’te Daeş hücre evine yapılan baskında terör örgütünün bir sonraki hedefinin Yahudi düğünleri olduğu bilgisi geçilmiş. Nitekim az katılımla gerçekleşen Şabat tefilaları sonrası bu pazarki düğün de “ailelerin isteği üzerine” iptal edilmiş. Gelişmeleri merakla Türk Musevi Cemaati sosyal medya hesaplarından izliyorum. Akşam saatlerinde “emniyetten bu yönde bir istihbarat alınmadığı” bilgisi geçiliyor. Kısa bir süre sonra ise basında çıkan haberle ilgili devletimizin bilgisine başvurulup, yaşanan endişelere karşın önlem destek artışı istendiği aktarılıyor. Bu mesajları okudukça şaşkınlığımı saklayamıyorum. Haberler üzerinden cemaat bireyleri paniğe sevk edilirken, bu olay medyada yer almadan evvel madem bu tarz bir istihbarat var, bizim yetkililere ulaşma çabamız yerine öncelikli olarak Türk Yahudilerinin bilgilendirilmesi ve önlem alınması gerekmez mi? Yetkililere ulaşıp “bizi koruyun” dememiz bile bize özel bir durum olsa gerek. Peki, akşam saatlerine kadar haber bültenlerinde defalarca gündem olarak geçilmiş bir olayda cemaatimizin ilk olarak sosyal medya aracılığı ile bizi bilgilendirmesi ne kadar doğru? Yetkililer olası bir duruma karşın önlemleri arttırmış. İçimiz bir nebze de olsa ferahlıyor. Her şey bir yana, diyelim ki gazetelerde çıkan haber çarpıtılmış ve örgüt cemaat düğünlerini hedeflememiş, o zaman ilgili medya organlarının çıkıp birer tekzip yayınlaması gerekmez mi? İki hafta üst üste birçok kurumumuz kapalı, düğünlerimiz ise sinagoglarda gerçekleşmiyorsa daha sağlıklı bir bilgi almaya hakkımız yok mu?
İçimde tüm bu soruların sıkıntısı 14 Kasım 2003 öğleden sonrasını hatırlıyorum. Aradan geçen 13 yıl içinde neler değişti? Neredeyse her on küsur yılda bir saldırıya uğrayan sinagoglarımızın hedef olmasını engelleyebilir miydik? Peki her gün “aman şuna dikkat edin, buradan uzak durun” diyen gelen uyarılar birer dezenformasyon örneği ise biz de bu mesajları yayarak teröristlerin emellerine bilmeden hizmet mi ediyoruz? Daha yuva yaşlarından başlayıp dua ederken bile kapkara yüksek kapıların arkasında korunmaya çalışan bir cemaatin olası bir terör ihtimali sonrası yaşayacağı psikolojiyi hiç düşündünüz mü? Medyanın üzerine düşecek görev, azınlık toplumlarında infial yaratabilecek bir haberi sırf reyting uğruna kesinliğinden emin olmadan manşete taşımak yerine bir an olsun düşünmek olmalı. Zaten bu tip örgütlerin Musevi mekânlarına saldırma ihtimali her zaman varken ve biz Türk Yahudileri bu gerçeğin bilincinde hayatımızı sürdürmeye çalışırken, korku ortamı üretmek bizleri daha da sindirip, hayattan soğutmak değil midir?
Böylesi zamanlarda tek yapmamız gereken şey azınlıklarımıza her zamandan daha fazla sahip çıkmamızdır. Çünkü terörün hedefi gökkuşağının renklerini soldurup hepimizi siyaha boyamaktır. Devlet yetkililerimizden, medyamıza, sokaktaki halktan komşularımıza siz bize ne kadar sahip çıkarsanız işte biz de o kadar hayata katılabilir, bu mozaiğin parçaları olabiliriz. Terörü yenmek yaşananlardan ders çıkarıp, diyalogu önde tutarak her koşulda birlik olduğumuzun farkına varmakla mümkün olabilir. Terör ve yarattığı endişeler yerine toplumumuzun var olan meselelerini tartışıp, geleceğimizi planlayabileceğimiz aydınlık günlere…