İnsanın neyden ya da kimden korktuğunu bilmeden yaşaması çok zor… Daha doğrusu manasız bir korkuyla yaşaması… Bir bakıyorsun, aslında her şey yolunda. Gideceğin davetler, yemekler, düğünler var. Bahar gelmiş, günler uzamış, saatler alınmış, yapacak binlerce güzel şey var… Ama içinde bir tedirginlik, bir şüphe, dudaklarında durmadan mırıldandığın dualar… Hayat denen tren, rayından çıkmamış ama her an çıkacak gibi, oysa sağda solda şahane manzaralar arasından geçiyor bir yandan da… Ne acayip bir şey bu insanın insana yaptığı! İyiyi de biz yapıyoruz kötüyü de… Güzel de bizim ellerimizde çirkin de… Doğru da yanlış da…
Mucize gibiyiz ve neden hep yanlış tarafı seçiyor bazılarının karanlık yürekleri? Neden her şey güzel olmuyor, yaşamak bu kadar güzelken şairin dediği gibi?
Birçok fikir vardı aklımda yapmak istediğim, hiçbirini yapacak halim yok. İçimden gelmiyor, önceliklerim değişti. Düşündüğüm konular değişti, yakın gelecek için planladıklarım, okuyacağım kitaplar… Başka işler yapar oldum, başka yazılar yazıyorum, başka konularda düşünürken buluyorum kendimi…
Mutsuz değilim ama mutlu olmaktan korkar gibiyim. Hayat, iki yanımdan akıp gidiyor, ben dışardan bakıyorum manzaraya, trenden inmeye cesaretim yok gibi…
Bütün bunların yanlış olduğunu bile bile engel olmuyorum kendime. Garip bir tevekkülle her şeyin Tanrı’nın eliyle düzeleceğine inanarak yaşıyorum, başka türlü rahat edemiyor, aklım, yüreğim…
Oysa çocuklara da söylediğim gibi hayat dediğimiz şey, elektro kardiyografi gibidir, bir yukarı çıkar, bir aşağı iner. Düz çizgi olmasın yeter ki, kopmasın, inişi çıkışı bitmesin. Böyle devam etsin. Nasılsa yine yukarıya çıkacak, biliyorum. Ama bu aralar ağırdan aldı biraz. Beklemekten yoruldum, umut etmekten, yarınları merak etmekten…
Gazetelere bakmak istemiyorum, televizyon izlemek istemiyorum, bir yerlere gidip eğlenmek istemiyorum. Öylece oturup eskileri düşünmek ve yeni gelen günlerin de en az onlar kadar güzel ve anlamlı olması için dua etmek… Elimden başka bir şey de gelmiyor zaten.
Beni okulum kurtarıyor, sınıfa girer girmez gerçek hayattan tamamen kopuyorum. Çocukların ihtiyaçları, onların öncelikleri, girecekleri sınavların önemi, iki soru fazla çözmeleri için yeni çözümler bulmaya çalışmak… Sene sonu programlarını hazırlamak, mezuniyete hazırlanmak ve böylece hayatın aslında normal olduğunu, kim olduğumu kendime hatırlatmak…
Rutinimizden vazgeçmemek ve şikâyet etmemekle ilgili bir yazı yazmıştım, birkaç ay önce… O rutini bu kadar çabuk özleyeceğimi kırk yıl düşünsem bilemezdim. Duygusal rutinimi özlüyorum ben… O coşkulu halimi, üretken kızı… Durmadan, hayatın olumlu ve keyifli taraflarını keşfetmeye hazır güçlü kadını…
Birileri çıkıyor dünyanın bilmem neresinde, kendinin bile nedenini bilmediği kocaman kararları yerine getirip başkalarının dünyalarını karartıyor.
Biz de kendimizi evlere kapatıyoruz ve gelecek günlerin en azından eskisi gibi olması için dua eder buluyoruz kendimizi…
İnsana akıl veren o büyük güce daha çok sığınıyor, onlar insansa biz neyiz ya da biz insansak onlar nasıl bir mahlûk diye düşünerek, yeni felsefeler yaratıyoruz kendimize hayata tutunmak için…
Yine de trenden inmek ve kendimizi sağdan soldan akan o şahane manzaranın içine bırakmak en güzeli…
Üniversitedeyken bir gün karaları bağlamış otururken çok sevdiğim hocalarından biri bana bakıp şöyle demişti:
“Üzülme, bulutlar gider, gök parlar ve güzel günler gelir.”
Yine gelecek, biliyorum.