Uyanıyoruz, gazeteyi açıyorsun veyahut twitter’a bakıyorsun. Fenerbahçe 0-0 berabere kalmış, Fikret Orman açıklama yapmış, Muslera bilerek oynamıyormuş… İşe gidiyorsun, Fener’de bu oldu, şu oldu. Aykut Kocaman bir güzellik yapar mı? Biraz iş, biraz dedikodu hesabı yani. Eve geliyorsun, yine aynı döngü aynen devam... Ve sonucunda ne diyoruz?
“Abi ben futbolla bayaa ilgileniyorum, çok seviyorum.” Anlamadığımız şey ise bizim futbolu değil futbolun dedikodusunu sevmemiz. Ha bu da futbol değil midir? Amenna öyledir. Ama spor mudur tartışılır tabi. Maçları izleyip, pozisyonları tartışıp konuyu geçenlere eyvallah. Ama geri kalanımız “spor bilirim, spor seyrederim” diye diye tribünlerin içini boşalttık. Kim ne demiş, kim ne selfie çekmişten öteye gidemedik. Hâlbuki Türkiye’de spor denince aklımıza ilk futboldan çok basket veya tenisin gelmesi gerekir. Onlar spor çünkü, bildiğin spor. Misal, bir doz Djokovic izleyin. Söz veriyorum, TBMM kavgalarındaki heyecanı bulacaksınız. Fakat sadece sporla. Djokovic’in eşiyle olan ilişkisiyle ilgilenmeden, direkt olarak oyunuyla zevk alacaksınız. Keza basketbol... Obradovic’in taktiklerini izlerken sporu anlayacaksın. Dedikodusuz, rahat sporu göreceksin. Sadece spor konuşacak. Nitekim bir tenis veya basket maçı sona erince onun hakkında, magazin tweet’i okumayacaksın. Hayatındaki bir buçuk saati daha değerli kılacaksın. O kadar. Milletimiz sporun futboldan ibaret olmadığını anladığı anda, spora bir şans daha vereceğiz.