Yazı yazmaktan keyif alan birinin başına gelebilecek en kötü şeylerden biri yazacak doğru konuyu bulamamak, tıkanmaktır. Sağlıktan sonra tabii. Başınıza daha kötü olaylar da gelebilir; elinizin sargıya veya alçıya alınması, parmaklarınızın klavyeye ulaşamaması veya yazının çoğunu yazdıktan sonra bilgisayarınızın bozulması gibi…
Bir yaratıcı yazarlık atölyesine gittiğim yıllarda, öğretmenimiz iyi bir yazar olmak için günde en az iki saatimizi yazmaya ayırmamız gerektiğini anlatmıştı. Eğer o anda aklımıza yazacak bir şey gelmez ise, o iki saati kitap okuyarak geçirmemiz gerektiğini de sözlerine eklemişti. İngilizcemi geliştirmeye çalıştığım lise yıllarımda da İngilizce öğretmenim benzer tavsiyelerde bulunmuştu. Her hafta hoşuma gidecek herhangi bir konuda İngilizce bir kitap okumamı tavsiye etmiş, ne kadar okursam yazacağım İngilizce kompozisyonların da o kadar iyi olacağını söylemişti. Ziyadesiyle yazı yazmam gereken üniversite hayatımda, bu tavsiyenin faydası olmadığını söyleyemem.
***
Kişisel tecrübemden yola çıkarak, en rahat konu bulduğum ve en zevkle yazı yazdığım zamanlar keyifli bir seyahat sonrası, akıcı bir kitap bitirdikten sonra, güzel bir film, festival, tiyatro oyunu seyrettikten sonraki anlarımdır. Diğer rahat konu bulunan dönemler ise maalesef aynı zevkle yazılmasa da, huzurumuzu kaçıran güncel olaylar olduğu zamanlardır. O zamanlarda eller klavyede akar. Keyifli bir yazı değildir ama o günlerde yaşadıklarımızı yazıya dökme ihtiyacı ağır basar.
Yaklaşık iki hafta önce Psychology Today’de, daha iyi bir yazar olabilmek için daha sık yürümek gerektiğine dair bir yazı okudum. Yazının başlığı bende merak uyandırdı çünkü yürümek ve yazmak benim için birbirinden bağımsız iki aktivite. Yazmak keyifle yaptığım bir hobi, yürümek ise kilo almamak veya köpeğimi gezdirmek için mecburen yaptığım bir neredeyse ‘iş’. Güzel bir ormanda, deniz kenarında veya başka bir ülkede yürüyüş yapmayı çoğu kişi sever. Ancak yazı yazabilmek için öylesine yürümek? Bilmiyorum…
Linda Wasmer Andrews’un makalesine göre uzun yürüyüşler ve yazarlardaki yaratıcılık birbiriyle bağlantılı. Uzun yürüyüşler yapan yazarlar arasında Charles Dickens ve Virginia Woolf gibi dünyaca ünlü yazarları da örnek veriyor. Yürüyüş yaparken kişinin çevresini gözlemlemesi ve sonra kâğıda dökecek fikirlerle dönebilmesi mantıklı. Ben de çevremi çok gözlemliyorum, sadece yürüyüş yaparken değil, metroda veya vapurda otururken bile insanların tavırları, görünümleri ilgimi çekebiliyor. Yeni bir sokakta gezerken çevreme, doğaya ve evlere bakıyorum. Beni şaşırtan bulgu ise, sadece dışarıda yapılan yürüyüşün değil, kapalı bir odada veya spor salonunda alet üzerinde yapılan yürüyüşün de oturmaktan daha çok yaratıcılığı tetiklediğini ispatlayan araştırma.
Konu herhangi bir konuda yaratıcılığı arttırmak olduğunda, bence temiz havada doğanın içinde, doğa bulamıyorsak da sokakta etrafımıza bakarak yürümenin faydası denenebilir. Yürüyerek toplantı yaptığı bilinen Steve Jobs’un ve onlarca ünlü yazar ve şairin bir bildikleri vardı belki de…