Çevremizdeki çemberler

İstediğimiz kadar her türlü özgürlükten yana yer aldığımızı dile getirelim, bizi sürekli kuşatan görünmez çemberlerin tutsağı olduğumuzu yadsıyamayız. Bunu kuşkusuz yalnızca bedensel anlamda değil, daha çok düşünsel alandaki sınırlamaları göz önünde bulundurarak söylüyorum.

Avram VENTURA Köşe Yazısı
20 Nisan 2016 Çarşamba

İstediğimiz kadar her türlü özgürlükten yana yer aldığımızı dile getirelim, bizi sürekli kuşatan görünmez çemberlerin tutsağı olduğumuzu yadsıyamayız. Bunu kuşkusuz yalnızca bedensel anlamda değil, daha çok düşünsel alandaki sınırlamaları göz önünde bulundurarak söylüyorum. Geleneklerin ve çevrenin üstümüzdeki baskısı kadar, bağlı bulunduğumuz inanç sistemleri, bizi mutlaka koşullandırıyor. Bir başka deyişle davranışlarımız, ilişkilerimiz, yaşam şeklimiz ve düşüncelerimiz, yazılı olan ya da olmayan kurallar doğrultusunda şekilleniyor.

Asıl ilginç olan, içinde yer aldığımız farklı alanlardaki çemberler daralmaya başlıyor, yaşam alanımızı sınırlıyor olsa da, olağan üstü koşullar dışında, dairenin dışına çıkmak için nedense gerekli çabayı harcamıyoruz. Koşulların değişeceğini umuyoruz, sabır gösteriyoruz, bulunduğumuz duruma katlanıyoruz…

Murathan Mungan, Paranın Cinleri kitabında bir gözlemini aktarır. Babasıyla birlikte Mardin’de çıktığı bir gezide, çevresine daire çizilen bir adamın etrafını kuşatan bir kalabalık tarafından sürekli taşlandığını görür. Taşlanan bu adamın Ezidi olduğu söylenmiş. Onlar, Melek’i Tavus’a tapıyor ve dairenin kutsallığına inanıyorlarmış. Bu yüzden çizilen daire silinmeden, içindekiler dışarı çıkamazlarmış. Mungan, yıllar sonra Mahmud ile Yezida’yı yazarken şunu düşünmüş:

“Daire çizen için bir komediydi. Dairenin dışındaydı. Saçma bulduğu bir inancı silah olarak kullanıp inananı teslim alabiliyordu. Bu, ona bir iktidar sağlıyordu. Dairenin içindeki içinse bir dramdı. Tutsak ediliyordu. Yazgısını Öteki’nin insafına terk ediyordu. Ya kişi, daireyi kendi eliyle, kendi çevresine çiziyorsa… İşte bu bir trajediydi. Seçimin içerdiği sonu yaşayacaktı.”

Çember içindeki daireler bizim yaşamsal, düşünsel ve duygusal alanlarımız! Kimi zaman kısa, kimi zaman da uzun çaplarıyla bizi sarıp sarmalayan… Mungan’ın vurguladığı gibi, her birimizi farklı alanlarda kuşatan çevremizdeki bu çemberler, yaşantımızdan hiç eksik olmuyor. Ancak yazar, asıl büyük trajediyi, bu daireleri çizerek içinde kendimizi tutsak etmemiz olarak görüyor.

Aslında her şey, yaptığımız bir seçimin sonucudur:

Çemberlerin içinde sıkışıp tutsak kalmak da, onları kırıp özgürlüğü solumak da…

Başkalarının düşüncelerine hiç araştırmadan saplanmak da, onları kendi bilgilerimizle sınayıp doğrularımızı bulmak da…

Yerleşik inançlara körü körüne bağlanmak da, aklımızın süzgecinden geçirip onları sorgulamak da…

Her biri kendi seçimimiz!

Düşündüğümüz, sorguladığımız sürece çevremizdeki çemberleri daha iyi algılıyoruz. Yoksa Asaf Halet Çelebi’nin dizelerindeki sözlerine sığınarak mı yaşamayı seçelim?

“Bilmemek bilmekten iyidir

Düşünmeden yaşayalım Mara.”

 

————————