Bağımlılık yapan şehirler vardır... Öyledir Paris... Yemesi, içmesi, gezmesi, sanatı, sergisi, tiyatrosu, havası, Seine'i... Seine'i sen yapar Paris. Bir bakarsın, bir çekersin havasını ciğerlerine; sen Seine olursun, duruşun değişir. Yürüyüşün değişir, Paris olursun.
Paris New York'a dönmüş biraz da son zamanlarda, en şık hanımlar, üzerlerinde şık kumaş döpiyesler, ayaklarında spor ayakkabılar... Yürümekteler. Her biri kendi yaşamlarında, kendi yönlerine yürümekteler. Sonsuz bir an bakışında hepsi bir olmuş gibi... Yürümekteler. Güneşli bir sabah gezmesi, birden yağmurlu bir akşam üstüne dönmekte... Ve yürümekte Paris.
Dükkânlar, sokaklar, yemesi içmesi ile çoğalmakta Paris. Bir de yol kenarlarında kaldırım köşelerinde yaşamakta olanlar var. Saç, baş dağınık; el yüz giderek daha kara... Her birinin yanında bir heykel misali dikilen, kendilerine ayrılmış minicik paspasın üzerinden, çantanın içinde bir gıdım dışarı çıkmayan bir kedi, bir köpek, bir sincap... Akşam çökerken sahiplendikleri kaldırım köşesinde ya da ağaç dibinde valizlerinden çıkarttıkları çadırı açarak içinde yerleşen insanlar... Sahi ne kadar küçültebilir insan yaşam alanını? Ne kadar azaltabilir ihtiyaçlarını? Ya da ne kadar çoğalabilir yaşadıkça?
Sonsuzluk... Birlik! Sonsuzlukta parçalanıp çoğalmak var, sonra yeniden tek/e geçiş var. Tıpkı göğe yönlendirilmiş bir fıskiyeden fışkırırken ayrı yönlere uçuşan; ancak sonra yine, yeniden aşağıdaki havuzda birleşen su tanecikleri gibi... Çokluk birliğin ön aşaması. Aynı zamanda çokluk birliğin sonsuz patlaması... Bir ışık parlaması... Çokluk birliğin art aşaması... Çokluğun birliğin art aşaması olduğu yerde ‘sanat’ var. Sanıyorsun, sarıyorsun hayallerini bir gerçeklik bulutuyla, sandığını boşluğa atıyorsun... Boşlukta şekillendiriyorsun, şekilleniyor. Bir sonsuz an, bir ışık pırıltısı... Bağımlılık yapan bir patlama!
İnsanların sessizliğe, huzura ve huzurla bir olmaya ihtiyacı var. Dinlenmeye, kendini dinlemeye ve kendi kendini bulmaya ihtiyacı var. Ama sonrasında patlayıp çoğalmaya da ihtiyacı var. Çoğalmaya, çoğaldıkça, çoklukta kendini görmeye, yeniyi görmeye, bütünde ve büyüde ışıldamaya, sonra da yeniden kendine dönmeye…
Bir bağımlılık yapar gibi; sessizlik ve sükûnet anlarını takip eden çokluk anları gibi... Bir bağımlılık anı gibi... Paris de bir bağımlılık şehri, tüm büyük şehirler gibi, İstanbul gibi, İzmir gibi, gezmek gibi, dostluk gibi... Kim bilir belki de yaşam gibi; bir bağımlılık. Kim bilir belki de yaşamın kendisi başlı başına bir bağımlılık anı!
Bu yıl Atatürk’ün başta Türk çocukları olmak üzere tüm dünya çocuklarına armağan ettiği Ulusal Egemenlik ve Çocuk (Özgürlük) Bayramı 23 Nisan’a denk düşen ve Musa Peygamberin önderliğinde Yahudi halkının Mısır esaretinden kurtuluşunu andığımız bu Pesah haftasında ve en derinlerimizden bizi bir yerlere, şehirlere, olaylara, yargılara bağlamış bağımlılıklarımızı keşfettikçe özgürleşecek yaşamlarımız farkında bile olmadığımız bağımlılıklarımızdan. Zira insanın özü ancak özü gürül gürül aktığında öz/gürlük bütünleşir yaşamla. Ve hayat yazılası bir konu değil, yaşanası bir an olur insana.
Özgür bayramlar hepimize.