Davutoğlu’nun bile işsiz kaldığı ülkede ne yazayım zorlanıyorum. Ayrıca sadece kendisini değil, neredeyse makamını da beraberinde götürmesini şaşkınlıkla izliyoruz. Başkanlık yolunun önündeki en büyük engel sanırım şimdilik Davutoğlu olarak görüldü. Ve göreve geldiği gibi gitti. Fakat tartışma Davutoğlu’nu sekerek başka yere bağlandı.
Davutoğlu’nun bile işsiz kaldığı ülkede ne yazayım zorlanıyorum. Ayrıca sadece kendisini değil, neredeyse makamını da beraberinde götürmesini şaşkınlıkla izliyoruz. Başkanlık yolunun önündeki en büyük engel sanırım şimdilik Davutoğlu olarak görüldü. Ve göreve geldiği gibi gitti. Fakat tartışma Davutoğlu’nu sekerek başka yere bağlandı.
Öncelikle soruyu sağlam bir zemine emanet edelim. Sistemi mi tartışıyoruz, kişiyi mi?
Türk tipi başkanlık sistemi üzerinde durulduğu için açıkçası, bütün yetkileri kendinde toplamak isteyen bir model önümüzde duruyor. Dolayısıyla neyi tartıştığımız konusunda endişeliyiz. Uzlaşma kültürünü, çift başlılık olarak değerlendiren tek akıl istikrarının, ısrarla diretmesine maruzuz. Kelleler gitmeye başlayınca konu tartışmadan çıkıp ‘emir demiri keser’ kıvamına gelmiş oluyor. Haliyle, ortak akıldan geçen dengede bir devlet istikrarı ise şimdilik rafta tozlanmış halde duruyor. Hatta rafa kilitlenmiş de olabilir.
Kişinin, kişileri sorguladığı yerde sistemi tartışmakta zorlandığımız zaten gün gibi ortada. Daha demokratik olmak için köklü bir rejim değişikliğine gerek var mı? Bunu da soranlar var. Hatta cumhurbaşkanlığı makamında yetkiler artarken, yargı ve denetim yolunu açan reformların düzenlemesinden bahsediliyor.
Mevcut Cumhurbaşkanı zaten ilk kez halkoyuyla seçildi. Bu klasik sisteme uygun değil. Zaten o yüzden siyasi ağırlığı daha farklı. Buradaki sorun Cumhurbaşkanı’nın partili olma meselesi. Örneğin ABD Başkanı Demokrat ama aynı zamanda parti başkanı değil. Görev süresi belli ve duruşu itibariyle toplumu kucaklayan bir yapıda görev yapıyor. Kendisini beğenmeyenlerin ifade özgürlüğüne de karışamıyor. Fransa ayrı yönde başka bir örnek teşkil ediyor. Cumhurbaşkanını halk seçiyor ve parlamenter sistemi var.
Ama tekrar sorayım, sistemi mi tartışıyoruz, kişiyi mi?
Konu kişi üzerinden tartışılmaya devam ettikçe bir yere varamayacağız. Bu kesin! Doğru soru: Türkiye’de nasıl daha iyi bir sistem kurarız?
Soruyu öncelikle, “MHP kuşatılamaz” diyerek tüm demokratik seçenekleri, tuhaf ve anti-demokratik yollarla ortadan kaldırmaya çalışanlara yöneltmeliyiz. Ardından “Hükümete verdiğimiz fiili destek hukuki bir yol alabilir” açıklamasının anlattıklarına odaklanalım. Koalisyon kurulmamasında en önemli rolü olan Bahçeli, erkenden saf belirler gibi konuşuyor. Peki, bu durumda ‘partili başkanlık’ yoluna, MHP ittifakı üzerinden mi yürünecek? Eğer değilse içerik konusunda daha açık olmasında fayda var. Sonraki dakikalarda ‘teröre karşı hukuki bir destekten’ bahsedildi diye haberler geldi. Yine de cevabı sosyal medyada tatmin edici bir yer bulamadı.
Başkanlık sistemine dönecek olursak… İşleyen örnekleri dahil başkanlık sisteminin özellikle federasyonlar için tasarlandığı belli. Tartışmada aynı ligde bile değiliz. Yerel parlamento ve yerel yargımız yok. Dolayısıyla başkanlığın federal yapıda, otoriter sistemden de koruyan mevcut işleyişleri var. Yani başkanlığa gelene kadar çok yol almak lazım. Örneğin nerdeyse gelenek haline gelen beşikten mezara liderlik süreleri ne olacak? Ayrıca biz neden iki akla bile tahammül edemiyoruz? Ya da çok daha uzağı şimdiden yakına çekelim ve isterseniz çekinmeden federe sistemi soralım. Ne bileyim madem buralara geldik, 2023’ü beklemeye gerek var mı? Halk kararını verecekse böyle karar veremez mi?
Başka bir tarafa da bakalım...
Ortada erken seçim söylentileri var. Lakin seçmenin patron olmadığı ‘keyfi’ seçimlerden ve yorgun oylardan kime fayda gelir emin değilim.
Hele de milletvekillerini, başkanın seçtiği bir sistemden koşarak uzaklaşmak lazım. Siyasetin ve liderlerin özgüveni bugünlerde masaya koyduklarıyla görülecek. Gerçekten değişime yüreği olan baylar, buyurun milletvekillerini özgür bırakın. Başkanlık da ardındaki basamak olsun.