Bu bir veda yazısı değil. 25 yıldır içinde bulunduğum Şalom Ailesi’nden nasıl ayrılabilirim ki? Bir kez Şalom’cu olan, ilelebet Şalom’cu kalır.
Bu bir veda yazısı değil. 25 yıldır içinde bulunduğum Şalom Ailesi’nden nasıl ayrılabilirim ki? Bir kez Şalom’cu olan, ilelebet Şalom’cu kalır. İlk yazım 6 Mart1991’de yayınlandı. Yazıda, Körfez Savaşı sonrasında kimyasal zehirli gazlar içerebileceğinden korkulan Saddam’ın Scud füzelerine karşı gaz maskeleri ile sığınaklarda geçirdiğim endişeli anları aktarmıştım. O sararmış sayfayı ve siyah beyaz gazeteyi hep saklarım.
Sonrasında beş yıl, her hafta, ‘Bakış’ başlığı altında orta veya son sayfada dış siyaset konularında ve yirmi yıla yakın bir süredir de, dönüşümlü olarak, iki haftada bir ‘Başyazı’ yazdım. Kaba bir hesap ile 700 köşe yazısı… Köşe yazılarımın yanı sıra yaptığım söyleşilerden özellikle büyük zevk aldım, tanıdığım her önemli kişi bana bir zenginlik kattı. Pek meşakkatli diye kaçınılan muhabirlik -Sevgili Ester Yannier’in kulakları çınlıyordur- kanımca gazeteciliğin mihenk taşıdır… Kimi zaman da çekilen bir fotoğrafın taşıdığı anlam, yazının çok ötesine geçer. En unutamadığım anılarım muhabir gibi görev yüklendiğim zamanlara aittir.
Şalom’dan nasıl ayrılabilirim ki? O benim için gerçek bir aileydi. Belki de aile hasretimi dindiren bir bağ. Bu ailede yer alan herkesi çok sevdim. Son yıllarda kullanılan ‘Takım’ sözcüğüne de alışamayışımın nedeni bu olsa gerek. Takım rekabeti gerektirir, daha başarılı olmayı, yedekte kalmamayı, zamanı gelince de gitmesini bilmeyi… Diyalektiğin kuramlarına inanan bir kişi olarak, belki de modern bir kurumun, aile ruhu ve sevgisi ile takım disiplinin bir sentezi olması gerektiğini düşünebiliriz.
Avram Leyon’un kurucusu olduğu Şalom Gazetesi, o tarihten bu yana, 69 yıldır sürekli bir evrim içinde hep kendini yenilemesini bildi. Bu kurumun idari olsun, yazı kadrosunda olsun görev alan her bireyi tam bir özveri ile çalışmaktadır. Cemaatimizin en dinamik kurumu olan gazetemizin daha uzun yıllar gerek yazılı, gerekse elektronik ortamda gelişen teknolojilere ayak uydurarak işlevini sürdüreceğine inanıyorum. Bu bayrak yarışında sayıları gün be gün artan genç yazarların Şalom’u daha ileri kulvarlara taşıyacaklarına da inancım sonsuz.
Silvyo Ovadya’dan devralıp on bir yıl sürdürdüğüm Genel Yayın Yönetmenliği görevimi yedi yıl önce İvo Molinas’a teslim ederken bana sunulan, adıma hazırlanmış albümü yaşamım boyunca tarafıma verilmiş en değerli armağan olarak koruyacağım.
“Sevgili Yakup. Masanın ‘gençlerinden’ olduğum günlerde bile her zaman bana fikir ve görüşlerimi sorarak, benim ‘büyüklerden’ biri gibi hissetmemi sağladın. Ben, senin ‘patronluğunda’ büyüdüm, tecrübe kazandım. Her yaştan insana sıcak yaklaşımın ve tavrınla, benim ve burada seni tanıyan herkesin Şalom’a bağlanmasını sağladın. Benim için senin ‘patronluğun’ unutulmayacak ve senden sonraki herkesi kıyaslayacağım bir yapı taşı olacak.”
Albümde yer alan bu ve benzeri pek çok satırları(*), topluca birlikte çekilen fotoğraflarda görüntülenen yaşanmışlıkları nasıl unutabilirim ki… Gazetenin mutfağı dediğimiz dizgi odasında gece yarılarına kadar geçirdiğim saatleri nasıl unutabilirim ki? Ve yolun daha başında iken, karanlık montaj odasından dijital ortama geçiş aşamasında, zorlu bir çalışmanın sonrasında, sabah gazeteyi gördüğümde manşetin yok olduğunu, teknolojinin azizliğine uğradığı o anda hissettiklerimi nasıl unutabilirim ki?
Bugüne kadar yazılarımı okuyan tüm sevgili okurlarıma kucak dolusu teşekkürler…
(*) Özellikle yazımda mümkün olduğunca az isim zikretmeye çalıştım.