Etrafımıza bakın! Nasıl da nefretten beslenen bir toplum olduk. Kolektif benliğimizin genleri adeta mutasyona uğradı. Gündelik hayatta, sokakta, okulda, işte hep birbirinin kuyusunu kazmaya çalışan, birbirinin üzerinden çıkar sağlamaya çalışan bir toplum olduk. Spor müsabakalarında yaşananlardan, trafikteki davranışlara… En küçük sosyal birim aileden daha büyüklerine uzanan yelpaze içinde, tanıyan tanımayan herkes bir birinden nefret ediyor.
Nefret sevginin, saygının, uzlaşmanın, ahengin, adaletin yeşermediği çöllerin hâkimidir. Toplumsal zaafların perdelenmesinde kullanılan önemli silahlardan biridir. Sosyal, ekonomik, kültürel konumu ne olursa olsun, eğitim düzeyi nerelerde dolaşırsa dolaşsın, çıkarların, nüfuza esir olmanın, ürettiğinden fazla tüketen yaşamların kendilerini anlamlı kılmak için vazgeçemedikleri bir tutkudur. Kendini ifade edememenin, saygı ve sevgi görmemenin, kucaklaşamamanın, sevememenin, mutlu olmayı bilemememin bir sonucudur, nefret. Nereden geldiğini bilmemenin, nereye gideceğini seçememenin, kısaca özgür olamamanın bir yansımasıdır adeta!
İnsanlar, ne için nefret ettiklerini bilmeden nefret ederler. Birbirleri ile karşılaşmış olmak önemli değildir. O anda karşı kamplarda olmak nefret için yeterli zemini hazırlar. Ne kentli ne köylü, kendini tanımlamadan, konumlandırmadan aciz kalabalıkların kucağına oturdukları bir hastalıktır.
Etrafımıza bakın! Nasıl da nefretten beslenen bir toplum olduk. Kolektif benliğimizin genleri adeta mutasyona uğradı. Gündelik hayatta, sokakta, okulda, işte hep birbirinin kuyusunu kazmaya çalışan, birbirinin üzerinden çıkar sağlamaya çalışan bir toplum olduk. Spor müsabakalarında yaşananlardan, trafikteki davranışlara… En küçük sosyal birim aileden daha büyüklerine uzanan yelpaze içinde, tanıyan tanımayan herkes bir birinden nefret ediyor.
Bu anlamda geçtiğimiz pazar günü Edirne Sinagogunda uzun bir aradan sonra gerçekleştirilen ilk düğüne gösterilen nefret dolu tepkilere şaşmamak gerek. Spor karşılaşmaları esnasında işi takım koçuna tükürmeye kadar götüren bir toplumdan, trafikte kırmızı ışıkta durduğu için önündeki aracın şoförünü döven bir toplumdan, cinsel istismarın her türlüsünü görmezden gelen bir yapıdan başka ne beklenebilir ki?
Hele konu Yahudi teması ile bağlantılı ise, gelsin küfürler, gitsin Hitler’i kutsamalar. Açılsın komplo teorileri. Her taşın altından Yahudi çıktığı haykırılmaya başlansın… Belli bir kesim medyayı takip etmek antisemitizmin nefret boyutlarını aştığını, nefretin bir virüs gibi toplumun dokusuna işlediğini görmeye yeter, son tahlilde.
Tarihin akışı içinde toplumlara yön verenlerin kendi başarısızlıklarını örtmede olsun, yönettikleri toplumları bir arada tutmada olsun başvurdukları önemli bir silah nefret söylemi etrafında kenetlenmektir. Yahudi tekil bu sarmalın içinde nefrete, kine en çok tabi olan kişidir. Antisemitlere göre bunun sorumlusu da zaten kendisidir. Nefrete maruz kalması için kişi olarak tanınmasına gerek yoktur. Bir şekilde Yahudi olarak kodlanması yeterlidir. Aslında gerçekten Yahudi olmasına bile gerek olmayabilir!
Dolayısı ile beraber yaşama kültürü içinde yoğrulmamış, bu anlamda görgüsüz toplumlarda antisemitizmin Yahudi’nin gıyabında var olması olasıdır ve hayret edilecek bir sonuç değildir. Ana fikir olarak, topluma yabancı ya da aykırı olarak yaftalanan her kişi buna benzer nefret söyleminin hedefi oluyor ülkemizde. Bunda rasyonel bir derinlik aramak olası değil. Ve konu Yahudi olunca, klavyelerinin başına geçenlerin parmaklarından dökülenler ortada.
Devletlerin ahenk içinde işletilmesini sağlayan en önemli unsur adalettir. Bu anlamda adalet özgür yaşamın bir teminatıdır. Adaletin işlemediği ortamlarda devletin sağlıklı bir varlık göstermesi beklenemez. Devletlerin çökertildiği dönemler nefretin en kolay kusulabileceği kaotik dönemlerdir. Yahudi’den nefret edenlerin bağırlarına bastıkları Hitler ve benzerleri hep devlet mekanizmalarını – kendi devletlerini ya da başka devletleri – yıkmışlardır. 1938 – 39 yıllarında Nazizm’in Avusturya’da, Çekoslovakya’da güzellikle (!), Polonya’da zorla gerçekleştirdiği budur. Devlet korumasından yoksun bu ülke vatandaşlarının birbirlerine davranışlarını, bu arada geliştirdikleri Yahudi nefretinin dozunu anlamak ayrı bir çalışma konusu olmalıdır, çok da uzak olmayan bir tarihin bize öğrettiklerinden uyarı çıkarmak için…
Sosyal medyanın gelişmesi, yalan yanlış birçok haberin servis edilmesi, sığlaştırılmış toplumların doğruyu aramaktaki, soru sormadaki isteksizliği - ya da belki de yeteneksizliği demek daha doğru olur – ve toplum idarecilerinin yerlerini pekiştirmek adına bu durumu görmezden gelmeleri, illa ki nefreti, yine nefreti, hep nefreti doğuracaktır.