Kayıp kara kedi ve mermerden çıkıveren David

Moris FRANSEZ Köşe Yazısı
8 Haziran 2016 Çarşamba

‘Bilen İnsan’ Homo Sapiens’in dünyasını ‘bilmek’ için geliştirdiği donanım şu dördünden ibaret: Metafizik, felsefe, teoloji ve bilim.

Bu dördünün ortak bir yanı varsa, o da, kendi katkısını yüceltme, diğerlerinkini küçümseme eğilimidir… Bildiğiniz insan işleri…

Metafizikçiye göre “Felsefe, karanlık bir odada bir kara kediyi aramaya benzer.”

Felsefeci hazırcevaptır, altta kalmaz: “Metafizik de, orada bulunmayan bir kara kediyi aramaya benzer.”

Sonra ikisi birlik olur, teolojiye takılır: “Teoloji, odada bulunmayan kara kediyi arayıp… Bulduğuna inanmaktır.”

Ve eğer bu üçü bir araya gelecek olurlarsa, bilim için söyleyecekleri şudur: “Bilim, karanlık odaya el feneriyle girer… Gözlemini yapar… Sonra da ağırbaşlı bir rapor yayınlar: ‘Gözlemlerimiz, odada bir kedi bulunduğu hipotezini desteklememektedir. Sonuç: Daha fazla deney önerilir.’

Düşünce dünyasının bu ‘rakip kardeşleri’ arasındaki fikir çatışması, her zaman bu kadar dostane geçmez. Eğer yaşadığımız yerde, çatışma yukarıdaki düzeyde kalıyorsa (ki öyle), bunun değerini bilmeli ve bu dört bilgi kaynağından gönlümüzce, kana kana içmeliyiz.

Eğer öne çıkan arayışımız bilgi edinmek ise…

Bunların dışında başvurabileceğimiz bir kaynak yoktur. Örneğin:

- Diyelim ki yukarıda sözü geçen kara kediyi buldunuz ve hayvanın doğası, nasıl besleneceği vs. hakkında kesin bilgiye ihtiyacınız var… Başvuracağınız adres, bilimdir.

- Eğer zihninizi kurcalayan: “Acaba kucağımdaki kedi, gerçekten “var” mı? Acaba Schrödinger’in kedisi gibi hem canlı hem ölü mü? Peki, ben var mıyım? Hmm… şünüyorum, demek ki varım! gibi düşünceler ise,  felsefeye başvurmanızı öneririm… Çünkü bu tür düşünceleri dillendirip deli muamelesi görmemenin tek yolu, filozof sayılmaktır. Ancak o zaman, insanlar bilgeliğinize hayran kalır ve “derinliğinizin kendilerini aştığını” düşünürler.

- Metafizik ve teolojiye gelince, durum şudur: Bu alanları ilgilendiren soru ve kuşkularınız yüzünden kötü muamele görmemek için, benimsediğiniz yanıtların egemen ideolojiyle çatışmamaları gerekir. Eğer çatışıyorlarsa… “CAUTE!” *

* //Spinoza’nın mühür yüzüğüne kazıtmış olduğu Latince ibare. Anlamı: Temkinli ol!//

 

Eğer öne çıkan arayışımız bilgi edinmek değil, “bilgece” yaşamaksa…

Başka bir deyişle:

- Eğer yaşamın getirdiği iyi ve kötü tüm şeyleri eşit bir dinginlikle karşılamayı öğrenmek istiyorsak;

- Eğer gerçek menfaatimizin insanları sevmekten geçtiğini anlıyor ama bunu gerçekleştiremiyorsak;

- Eğer zihnimizi kurcalayan, “Acaba öyle bir olgunluk hali var mıdır ki, ona eriştiğimde, tüm yıkıcı duygularımdan arınayım, yaşamımı sürekli bir coşku, mutluluk ve dinginlik içinde sürdüreyim?” gibi yaşamsal sorularsa… Kendi akıl ve deneyimimizin dışında başvurabileceğimiz bir merci yoktur.

Kusursuz yaşam, mükemmel yaşam

Bu ‘kusursuz’ ve ‘mükemmel’ sözcükleri eş anlamlı sayılmakla birlikte, tam da öyle değiller… Ama gelin önce size bir hikâye anlatayım:

Michelangelo’nun atölyesini ziyaret etmekte olan bir dostu, ‘David’ heykeli önüne geldiklerinde hayranlıkla mırıldanır: “O kaba mermer bloktan bu kusursuz heykel nasıl çıkar?” Michelangelo şöyle yanıtlar: “David mermerin içindeydi… Ben sadece David olmayan kısımları yontup atıverdim.”

Acaba kusursuz bir yaşam arayışımızda yapmamız gereken, bizi mükemmel (tamamlanmış) kılacak erdemler edinmek değil de, sadece mutsuz kılan kusurları yontup atıvermek mi? Acaba ‘kusursuz ben’ malzememin içinde, ortaya çıkarılmayı mı bekliyor?

Eğer malzememiz mermer olsaydı, yaşama sanatını icra etmek belki bu kadar kolay olurdu; kalemle çekici alır, ‘modele’ benzetiverirdik. Ama malzeme mermer değil… Doğru modelin ne olduğunu bilen de yok… Sürekli değişen bir ‘beni’, günün modasına göre değişen bir ‘modele’ benzetmeye çalışıyoruz…

Bir yaşam yolculuğuna çıkmışız, doğaçlama gidiyoruz:

- Kimimiz her türlü rüzgâr ve dalganın oraya buraya savurduğu teknesi içinde, doğaya boyun eğerek yaşamını sürdürecek;

- Kimimiz, kulaktan dolma, yarım yamalak bilgi ile doğaya karşı mücadele verecek;

- Belki de çok azımız, rüzgârı, dalgayı ve teknesini anlayarak, güvenli, huzurlu ve eğlenceli bir seyir tutturacak.

Anlamak… Bütün bedenin ve zihninle anlamak… Ne övünmek, ne dövünmek… Ne hayıflanma, ne alay, ne de nefret… Sadece anlamak!