Hiç bir iktidar bile bile muhalif yaratmaz. Ancak içselleştirilen ideolojik uygulamalar ve destek iklimi bazen uygulatanı bile şaşırtacak denli ileriye gidebilir. Her konuda konsensus sağlanmayabilir, lakin kimi yaklaşım ve uygulamalar gün gelir apolitik büyük devi bile uyandırır.
Lise öğrenimimi bir Fransız okulunda yaptım. 1980 askeri darbesi öncesi yıllara tekabül eden o dönemde üniversiteler dışında Türkiye’nin birçok lisesi de siyasetin, ideolojinin, kavganın hatta terörün kurbanı olmuştu. Lise dernekleri bile sağ-sol ayırımının batağına saplanmışlardı. Buna rağmen, okulum dahil memleketin kalbur üstü liseleri siyasetin ve kavganın içine girmemişlerdi. Tek hatırladığım, bir gün Adnan Menderes’in asılması ile alakalı aramızda ciddi tartışma çıkmasıydı ve itiraf etmem gerekirse, o gün Menderes’e karşı yapılan zulmün bilincine varmıştım, onun ve partisinin zihniyet dünyasına karşı çıkmama rağmen.
Eylül 1980’de askeri darbe oldu. Siyaset bitmiş ama en önemlisi cinayetler sona ermişti. Anneler babalar rahatlamışlardı. Askeri rejim, gençliği siyaset dışında tutmak için ‘başarılı’ stratejiler geliştirdi. Gençler bir yandan din motifi ile siyasetten uzaklaştırılmaya çalışılırken, onları apolitik yapmak için Turgut Özal’ın liberal politikaları imdada yetişmişti. Liberal ve öncesi olmayan kimi kapitalist uygulamalar, askerleri hedefe ulaştırdı. Siyasetten uzak, Türkiye’nin yapısal sorunlarına duyarsız, ‘köşeyi dönmeyi’ hedefleyen, maddiyatçı ve güce tapan tüketim toplumunun simgesel bileşeni olmuştu yeni Türk gençliği.
Apolitiklik 2013’teki Gezi Olayları ile kırılma noktası yaşayacak, iktidarın ötekileştirdiği kimi gençlik kesimleri, doğrudan siyasete girmeden sosyal medyanın da katalizörlüğü sayesinde sanal siyasete adım atacaklardı. Bir anlamda iktidarın kendi eliyle yarattığı muhalif bir gençlikten bahsedilebilinirdi artık.
Ancak geçenlerde bu sürece çok ilginç bir evre daha katılacaktı.1980 darbesinden beri neredeyse ‘uykuda olan’ kimi lise gençliği tüm Türkiye’yi şaşırtacak bir farklılığa imza atacaklardı. Üstelik muhalefeti yapanlar 1980 öncesi muhalif liselerin tersine Türkiye’nin en önde gelen liseleri olacaktı.
İstanbul Erkek Lisesi öğrencilerinin mezuniyet töreninde okul müdürlerini protesto etmeleriyle başlayan bu ‘isyan’, Robert Kolej, Eyüboğlu Lisesi, Kabataş Erkek Lisesi gibi Türkiye’nin en başarılı okullarının öğrencilerinin bildiri üstüne bildiri yayınlamasıyla farklı bir kulvara taşınacaktı. Bildirilerden biri şöyle diyecekti: Gün, ‘özgür, çağdaş, bilimsel ve laik eğitim için mücadele etme ve mücadele eden arkadaşlarımızla omuz omuza dayanışma günüdür.’
Evet, bu bir ilkti ve nereye kadar gideceği meçhul bir yeni akım muhalefeti simgelemekteydi.
İktidarın ilk tepkisi, benzer muhalif çıkışlarda yaptığı gibi liseleri dışardan birilerinin kışkırttığına yönelik söylemi olacaktı. Oysaki gençlerin ve özellikle bir dönemden beri ötekileştirilmiş kimi gençliğin eğitimde ve sosyal hayatta kimi sorunları olduğu bilinen bir gerçek. Siyaseten yanlış gördükleriyle ilgili düşüncelerini saymıyorum bile.
Sadece sosyal medyayı takip etmek bu konuda bilgi sahibi olmak için yeterli.
Liselerin bildiri sağanağının nereye kadar gideceği meçhul. Büyük bir ihtimalle kesilecek. Lakin bu gençlerin sorun olarak gördükleri meseleler yerli yerinde sayarsa, ‘lise isyanı’ olarak adlandırılan bu genç muhalefetin yeni taraftarlar toplayacağını öngörmek için kâhin olmaya pek gerek yok.
Hiç bir iktidar bile bile muhalif yaratmaz. Ancak içselleştirilen ideolojik uygulamalar ve destek iklimi bazen uygulatanı bile şaşırtacak denli ileriye gidebilir. Ilımlı olarak nitelendirilebilecek bir hükümet yanlısı ünlü hukukçunun, lise mezuniyet törenlerinin ‘rezaleti’nden bahsederken gerekçe olarak, bu ortamlarda ‘mini etekli kızların ve içkinin’ olmasını ileri sürmesi demokrasi normlarının hâlâ içselleştirilemediğinin tipik göstergesi.
Başkalarının yaşam şekline ve değerlerine karışma, hatta kendininkini dayatmaya çalışma, her fırsatta bahsedilen demokrasinin ruhuna tamamen zıt uygulamalar olsa gerek.
İktidarın yapması gereken gençlere yaklaşmak ve sıkıntılarına çare bulmaktır, her demokratik ülkede olduğu gibi.
Türkiye’nin her anlamda ama ilkönce sosyal anlamda bir restorasyona, toplumsal barışa ihtiyacı var. Her konuda konsensus sağlanmayabilir, lakin ideolojik yaklaşım ve uygulamalar gün gelir apolitik büyük devi bile uyandırır ve o gençler bir gün müdürlerinin konuşmasını sırtlarını dönerek izlerler.
Bütün mesele siyasi erkin ideolojik ilkelerinden ne kadar ödün vereceğine odaklanmış durumda.
Tavizsiz çoğulcu demokrasi olur mu?