Halk arasında çok bilene, bütün kuşları görmüş bir hacı leylek kalmış denir. Kendim dahil kimin, neyi ne kadar gördüğünden emin olmamakla beraber, öğrendiğimi paylaşmaktan yanayım.
Malum olduğu üzere farklı görüşte olan birçok insan Türkiye’deki değişimden mutlu değil. Yanlış anlaşılmasın değişimden yana değiller, demiyorum. Birileri bunu da farklı yorumlamasın. Statükoyu koruyan bir bakış açısı takınmıyorum. Lakin silah planlarını satarken suçüstü yakalanan Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu müdürünün, korkmadan giriştiği eylem bile bize çok fazla şey anlatıyor. Değişimi nasıl algıladığımız hakkında şahsen korkularım var. Ama televizyonları izlerseniz Türkiye şahane bir yerde. Öncelikle kayıtsız şartsız hep haklı zaten ama mutsuz! Kıyıları da turistsiz! Kendi kendine bir ülkeyiz. Bazı ülkeler sanki kendini bir kenara çekti ve arkasına bakmadan bizden kaçar halleri var. Sanırım bir tek bana öyle gelmiyordur…
Her neyse televizyon demiştim ama dizilere hiç girmiyorum. Çünkü değişen reyting sistemi sayesinde artık ekranda bir şeyler izlemek zekâ gerektirmiyor. Aynı kurgu saatlerce dönüyor. Ülkede bu sayede birbiriyle zekâ üzerinden yahut daha iyi olmak için rekabet edebilecek bir durum da yok. Bunlar birçoğumuzun bilip lakin akıl dışılıkla mücadele edemediği konular. İşte tüm bu silahı belli olmayan savaşta nereden geleceği kestirilemeyen yumruk, kuralları da yok ediyor. Allah ne güdü verirse artık! Böyle bir yerde kazanan çıkar mı? Sadece para kazanan ama kendini kaybedenler dışında cevabım çok ümitli değil. Ama size de kazandırmazlar, en acı tarafı yıllarınız, moraliniz ve hayatınız bir ağacın sonbaharda döktüğü yapraklar gibi solar gider.
Bu vesileyle son günlerde artan antidepresan kullanımı ve kişisel-ruhsal gelişim dünyasına duyulan ilgi, çılgınlık boyutuna ulaştı. İşin bu tarafının en azından bir yönüyle farkındasınızdır. Kitapçılara girdiğimizde, kendi hayatımızın sorumluluğunu omuzlarımızdan bıraktırmak için her türlü retorik başlık önümüzü kesiyor. Ama bir tane de “Ne işin var kitapçı da, çık git hayatında kaçtığın sorumluluğu al” diyecek bir kitap bulur musunuz, sanmıyorum. Böyle anlatınca kimileri sert ifade ettiğimi düşünüyor olabilir ama gerçeklerin, kişiden kişiye kıvamlandığını bilmekte fayda var. En önemlisi ise okuduğumuz gelişim kitaplarının, faydadan çok bünyeye zararının dokunması. Sebebi basit. Okuyup okuyup aynı paterne geri dönüyoruz.
Hararetle sorduğumuz “Ne olacak ülke böyle?” soruları var ya! Şimdi umutsuzluğa dönen ciddi bir anlamsızlık denizi sayesinde algı bozukluğuna yol açtı. Üstelik nereye kadar devam eder, bilen de yok.
Bu sebeple aklımdaki tüm sorular ve çevremdeki tüm gözlemleri toplayıp soluğu neuroformat uzmanı Barış Muslu’nun yanında aldım. En azından sağlıklı kalma ve mutlu olabilmeyi başarmanın taktiklerini almanın peşinde olduğumu söyledim. Beni sıcak karşıladı. Ne yaptığını bilen, güvenilir ve en önemlisi gerçekçi bir uzman. Türkiye’deki değişimin yarattığı travmaları sordum. Değişimden, en kötü etkilenenlerin farklı görüşteki insanlar olduğunu belirtiyor. Ama değiştirmek için çaba gösteremiyorsan kafaya takmamayı öneriyor. Ortasında kaldığın zaman en kötü yerde sayılıyorsun. Yani sistemin çarkında patinaj yapmak istemiyorsan, oturup her gün dolup dolup konudan kaçmak yerine aksiyon alınmasından yana. “Seni rahatsız eden durumlar için bir şeyler yapmaya gayret et. Ortada kaldığında sıkışmış ve çaresizsin” diyor… Realitenin manzarasına bakınca ortada kalanların sayısı epeyce fazla görünüyor. Ama anlaşılan günler, bize ya hepten umursamamayı ya da somut adımlar atmayı, yani taşın altına eli koymayı işaret ediyor. Bunu sadece siyasi olarak ele almayın. Hayatınızda yanlış giden tüm konular için de geçerli.
Barış Muslu’nun söylediği, “Özümüzde pozitif olma eğilimi var lakin ana sorunu çözmediğimizde yaptığımız her şey yarıda kalıyor.” Bizi yönlendiren otomatikleşmiş davranışlar, korkular tarafından şekilleniyormuş. Beynin amacı bizi fiziken korumak olduğu için hayatı devam ettirmek üzerine koruma sistemi var. Üstelik ne kadar karar alırsan al otomatik çalışan bir beyin var. Yani laflar havada kalıyor.
Hayatımızı yönlendirenler, bizzat kendi deneyimlerimizden edindiğimiz duygular oluyor. Detaylı sorunlara genelden çözüm bulmak ise kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülüklerden biri. Kişisel ve ruhsal gelişim kitapları da tam burada devreye giriyor. Detaylı sorununuz genel bir bakış açısından yamalanma gayesinde daha da derinleşiyor.
Başımıza gelen olaylar bizim travmalarımıza yön gösteren tabelalarmış aslında. Kısacası hacı leyleğe el sallamakta fayda var.