Yine bir şeyi daha elimize yüzümüze bulaştırmayı başardık... Sekiz yıl sonra katılmayı başardığımız Avrupa Futbol Şampiyonası'nda mücadele etmenin keyfini sürmek yerine, kamp süresince transfer pazarlığı yapan ve prim pazarlığına giren futbolcuları gündemimizde ilk sıraya koyduk. Eleme grubunda ortaya konan onca efor, verilen onca emeğin meyvesini kıtanın milli takımlar düzeyindeki en önemli organizasyonunda almak yerine; polemiklerle dolu bir gündemi kendimize layık gördük.
Gökhan Gönül tecrübesinde bir milli takım oyuncusu önümüzdeki sezon hangi takımda forma giyeceğini henüz belirlememekle beraber, turnuva süresince dokuz yıl emek verdiği kulüp ile sert tartışmalar yaşayabiliyor. Arda Turan tecrübesinde bir milli takım oyuncusu, şampiyona sürerken prim talebinde bulunan arkadaşlarını dizginleyemiyor, kaptan olarak ekip içerisindeki otoritesini sağlayamıyor. Fatih Terim tecrübesinde bir teknik direktör, yanına hiçbir yardımcı antrenör istemeyecek kadar kendine güveniyor ve oyuncularının şampiyona sürerken prim pazarlığı yapmasına engel olamıyorsa; bu iş ilk olarak kafada daha sonra da sahada bitmiştir.
Ve sosyal medya... Bir Alman spikerin eğlence olsun diye işaret ettiği mevzuyu (Ozan Tufan'ın saçını düzeltmesi), kartopundan çığa döndürüp, gereğinden fazla büyüten medya... 18 yaşındaki bir futbolcunun idolüyle fotoğraf çektirmesini (Emre Mor'un Modric ile çektiği selfie) kabullenemeyen kullanıcılar. Klavye başında yorum yapmanın, hakaret etmenin, aklına geldiğini dile dökmenin 'adamlık' sayıldığı, yaygın medyanın da ne yazık ki gündemini belirleyen medya; sosyal medya...
Kimsenin ağız tadıyla yaşamayı beceremediği, hevesin kursakta kaldığı, iz bırakmak yerine ağır yara aldığımız bir şampiyonayı geride bırakmak üzereyiz. E zaten bize de böylesi yakışırdı... Çünkü 'Biz bitti demeden bitmez'di...